Türk-İş Genel Kurulu
Siz bu satırları okurken ülkemizin en büyük işçi konfederasyonun 22. Olağan Genel Kurul toplantısı devam ediyor. 3-6 Aralık tarihlerinde yapılan Genel Kurul’un kamuoyunda ve işçi hareketimiz içinde hiçbir heyecan yaratmaması, Türk-İş’in kamuoyunda ve işçiler arasında öneminin ve etkisinin çok aşındığının göstergesidir. Ülkemizde aidat ödeyen ve toplu iş sözleşmesi kapsamında olan sendika üye sayısının bir milyonun altında olduğu ve üç konfederasyonun var olduğu düşünülürse, Türk-İş’in üye sayısının da öyle toplumda dalgalanmalar yaratacak güçte olmadığı ortaya çıkar. Ben Türk-İş’i İsmail İnan, Seyfi Demirsoy, Halil Tunç dönemlerinden bu yana yakından izlerim ve yıldızımız hiçbir zaman barışmadı. Bunun nedeni kişisel değil ideolojik. Adını saydığım Türk-İş başkanları ve sonrakiler Türk-İş’i Amerika’da olduğu gibi sadece bir baskı grubu olarak düşündüler ve konfederasyonun sınıfsal ögelerle donanmasını ısrarla önlediler. Amerikan sendikacılığından ithal “Partiler Üstü Politika” anlayışına sarılıp bu çok önemli olabilecek kuruluşun kağıttan kaplana dönmesine sebep oldular. Bugün Türk-İş iktidar partisinin rüzgârı önünde sürüklenen, ünlü Romanyalı yazar Panait İstrati’nin romanında anlattığı Baraga’nın deve dikeni olmuştur. TÜRK-İŞ NEDEN BÖYLE OLDU?İş başına gelen her siyasi iktidarın nabzına göre şerbet vermek tutkusu Türk-İş’i bugünkü etkisiz konumuna getirdi. Türk-İş hiçbir zaman işçi sınıfının yararına bir siyasetin kurgusunu yapamadı. Sürekli olarak iktidarların karşısında el ovuşturarak işçi çıkarlarını savunacağı yanılgısına kapıldı. Bu yüzden ülkemizde sendika özgürlüğü büyük yara aldı. Bu nedenle Çalışma Bakanlığı’nın yetki konusunda tek söz sahibi olması yanlışının düzeltilmesi çabasını gösteremedi, sendikalarımız yasaklarla donatılmış bir Sendikalar yasasına mahkûm edildi, memurlar sendika değil dernek sayılabilecek örgütlenmeye zorlandı. AKP Hükümeti özelleştirmeler yolu ile sendikacılığa büyük darbe vururken sesini çıkaramayan Türk-İş’i, hükümet AKP’nin işçi karşıtı politikalarına boyun eğmeyen, direnen sendika liderlerinin tasfiye ederken de seyirci kaldı. Binlerce işçi modern köleler gibi taşeronlara teslim edilirken üretimden doğan gücünü sokaklara dökerek bu emek katliamına dur diyemedi. Kapıkulu zihniyeti ile işçi hareketinin sömürüden asla kurtulamayacağını Türk-İş yöneticileri hiçbir dönemde öğrenemediler. MUHALEFETSİZ BİR GENEL KURULTürk-İş’in 22. Genel Kurulu’nda olması gereken bir muhalefet cephesi olmadı. Seçilmeden, bir saray darbesi ile, Türk-İş Başkanlığına gelen zat, muhalefetin önderlerinin AKP tarafından tasfiye edilmesine ve muhalif sendikalarının siyasi baskılarla üye kaybına neden olmasına bilinçli olarak susarak, siyasi iktidarın biat sendikacılığı yaratmasına katkıda bulunmuştur. Sendikalara karşı yürütülen siyasi zulmün baş sorumlusu olan Türk-İş Başkanı şimdi zayıflamasına, yok edilmesine yardımcı olduğu muhalif gücün yokluğunda başkanlığa seçilecek. Bir Pirus zaferi olarak algılanması gereken bu başarıyı alkışlayanlar kıdem tazminatı fonu kurulduğunda, taşeronluk devam ettiğinde, Suriyeli işçiler sendikalı işçilerin yerini aldığında da alkışlamaya devam edip yanıldıklarını anlayacaklar mı? TÜRK-İŞ NASIL OLMALI?Türk-İş her şeyden önce AKP’nin arka bahçesi görüntüsünden kendini kurtarmalıdır. Bunun için bağımsız olmalı, işçi çıkarları konusunda AKP’nin olumsuz girişimleri karşısında dik durmalı, yüzlerce işçi sorunun çözümünde ısrarcı olmalı, bir manifesto hazırlayarak 6356 ve 4857 sayılı yasalarda mutlaka değiştirilmesi gereken maddelerin değiştirilmesi için siyasi partilerle temasa geçmeli, gerektiğinde işçilerin yüce çıkarları için sokağa çıkmaktan korkmamalıdır. İşçilerin ve sendikaların dev gibi sorunları maroken koltuklarda oturarak çözülemez. Biraz inanç, biraz yürek biraz cesaret ister. Genel Kurul’dan sonra Türk-İş’i izlemeye devam edeceğiz. Bakalım yeniden Başkan olacak kişi palasını çekip siyasi iktidara kafa mı tutacak yoksa korkaklığının ve maroken koltuğunun bedeli olarak işçi sınıfını AKP’ye kurban etmeye devam mı edecek?