Türk Milleti sadece Anayasa'da yazmıyor
Cumhuriyet Gazetesi’nin Selahattin Demirtaş ile yaptığı röportajda Demirtaş, Türk Milleti adının Anayasa'dan çıkarılması talebini yineledi. HDP’nin milli birliğe bakışı öteden beri biliniyor. Buna göre Türk Milleti etnik kimlikleri yok sayan, daraltıcı ve ötekileştirici bir tanım oluyor. Atatürk öncülüğünde kurduğumuz üniter devlete ve Türk Milleti'ne karşı görüşlerin propaganda edilmesinde “kamu yararı” var mıdır, bilemiyorum. Çünkü röportajı okurken, “Atatürkçü” bir gazete farkıyla, Demirtaş’ı görüşlerini gerekçelendirmeye zorlayan, okuyucunun Demirtaş’ın görüşlerinin ne kadar ciddiye alınabileceğine dair fikir edinmesini sağlayan bir tarz bekliyor insan. Ama böyle olmadığını, aksine milli kimliğe karşı zaten daha önce defaatle açıklanmış HDP bakış açısının yine tek kale maç havasında aktarıldığı görülüyor.
Sosyal demokratlar, bir süredir HDP ile “AK Parti faşizmine karşı” Batı dünyasından kopmamayı hedefleyen bir “demokrasi” oydaşması (consensus) kurulabileceği varsayımıyla hareket ediyor. Oysa bu iki yaklaşımın program hedefleri arasında toplumun örgütlenme prensibine ilişkin farklılıklar yapısal nitelikte. Bu gerçeği görmezden geldiğinizde, ittifakın fiilen iki temeli olduğunu görüyorsunuz. Birincisi, Batı sistemi dışında bir dünya olmadığı, Batı'dan kopmanın dünyadan kopmak olduğu kaygısı. Nitekim gerek CHP sözcülerinin gerekse Cumhuriyet Gazetesi yazarlarının Avrasya’da yükselen uygarlık dinamiklerine çok mesafeli durdukları görülüyor. İkincisi oya ve kalabalıklara tapan bir popülizmin her türlü siyasi ilkeyi ucuzlatması. Altı milyon seçmeni terörist ilan edemeyeceğinize göre, HDP’li vekillerin Meclis koridorlarında “biji serok Apo” sloganı atmasını düşünce özgürlüğü olarak görebilirsiniz.
Bu akıl tutulmasının maddi bir temeli var. Küreselleşme sürecinin ulus-devleti sadece ekonomik düzlemde erozyona uğratmadı. ABD hegemonyası son otuz yılda kültürel değerler ve siyasal akımların karakteri üzerinde de tahribat yarattı. Türkiye’de siyasal partiler bu küresel saldırının etkisiyle şu ya da bu oranda ideolojik yozlaşmaya uğradılar.
Bu nedenle bazı partilerin ulus-devlete ve Türk milleti kavramına karşı “demokratiklik” iddiasıyla açılım peşinde koşması hem yeni değil hem de HDP ile sınırlı değil. 2003 yılında başbakanlık bünyesinde kurulan İnsan Hakları Danışma Kurulu 2004’te bir rapor yayımlamıştı. Raporda, "Türk" kavramının Türkiye'de çok sayıda gruptan sadece birini tanımladığı, bu yüzden de yeni bir ulusal kimliğe ihtiyaç olduğu ifade ediliyordu. Raporda, "Türkiyelilik" üst kimliğinin, ülkede yaşanan kimlik çatışmasını önleyebileceği belirtilmişti. Raporda FETÖ’cü etkisinin yoğun olduğunu düşünmek akla yakın olabilir. Ancak HDP’de en kararlı ve bölücü biçimine ulaşan milli devlet düşmanlığının izleri, diğer partilerde gerek Amerikan ideolojik hegemonyasından etkilenme, gerek dinci-mezhepçi etkiler, gerekse popülizm ve ideolojik yüzeysellik nedenleriyle olsun görülüyor.
İki gün önce Lozan’ın yıldönümünü kutladık. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, emperyalistler tarafından harita başında cetvelle değil, savaş sahasında ateşlerden geçerek, kanını dökerek milletleşen bir toplum tarafından kurulduğunu yeniden hatırladık. Küreselleşme saldırısı altında tahribatlara uğrasa da, varlığının maddi temeli olan milli devletlerin ve orduların direndiği çağımızın kanun değeri taşıyan gerçeğidir. Türk Milleti adı, Demirtaşların zannettiği gibi, referandumla kararlaştırılmış ya da Meclis’te bir gece yarısı oylamasıyla konulmuş bir ad değildir. Türk Milleti adı sadece Anayasa'da yazmıyor. Öyle olsa iş kolaydı. Ama milletin tarihsel, ekonomik ve toplumsal kökleri var. Nitekim 15-16 Temmuz gecesi direnen şey, anayasada yazılı satırlar değil o tarihsel gerçeklikti.
Maddi koşullardaki değişme, bilinçlerdeki değişmeden önce gelir. 1980’den başlayarak yakın zaman öncesine kadar, Türkiye’de Türk Milleti'nin antidemokratik bir tanım olduğu, soykırım yaparak kurulmuş uyduruk bir siyasi varlık olduğu, Kemalizm’in modasının geçtiği, devletçiliğin 30’lu yıllara ait olduğu vb. türünden sayıklamaların maddi bir temeli vardı. Milli devlet erozyona uğruyor, milli bilinç tahrip ediliyordu. Gelinen noktada ise küreselleşmenin ve neoliberalizmin sonu görünüyor. Milli devlet düşmanlığının maddi temeli ortadan kalkıyor. Asya’da üretim merkezli ve kamucu bir uygarlık yükseliyor. Türkiye’de borçlanma ekonomisi tıkanmış durumda. Arayışların reel sektörü ve üretimi yeniden keşfetmekle sonuçlanması dışında bir yol görünmüyor. Yani hem uluslararası hem ulusal düzlemde madde değişiyor. Bunun toplumsal bilince yansıması zaman alacak. Ama her hâlükârda zaman Demirtaşların ve sosyal görünümlü batıcı liberal demokratların aleyhine işliyor.