25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk sineması yükselişte mi?

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Türk sinemasıyla ilgili yayınlanan yeni istatistikler,  sinemamızın son yıllarda büyük bir aşama içinde olduğu yanılgısını da beraberinde getirdi. Bu konu üzerine yazıp çizenlerle, konuyu kendi açılarından bakıp yorumlayanlar, nitelikten çok nicelik değerlendirmeleriyle sinemamızı bir yere oturtup, çağ atladığını bile satır aralarında ima ettiler.

Gerçekten de öyle mi? Film ve seyirci açısından artış, diğer yıllarla kıyaslandığında  yadsınmayacak kadar belirgin. Yıllar yılı ilk kez 100 üzerinde film üretmeye başladık, Yani bir bakıma eski günlere döner gibiyiz. Seyircinin şu veya bu şekilde sinemayla barıştığını bile iddia edebiliriz. Çünkü sayılar bunu doğruluyor.

Film sayısı ile seyircide sağlanan nicel artış, bir ülke sinemasının başarı göstergesinin neresinde kalır, ya da yalnızca bu alanlardaki artışlar, bir sinemanın başarılı olma sayılması için yeterli midir?

Geçtiğimiz yılın en çok gişe yapan filmlerine bir göz attığımızda, bunların  neredeyse tümüne yakınının ana akım filmler olduğunu görüyoruz. Yani; ticari amaçlarla yapılan, belleklerde hiçbir iz bırakmadan, hemencecik tüketilip, unutulan, eğlencelik filmler. Bu filmlerden on tanesinin gişesi, doksan filmin gişesinden neredeyse iki, hatta üç kat daha fazla. Toplamda seyirci sayısını film sayısına böldüğünüzde ortaya çıkan rakam da bir hayli cazip. Ama yüzün üzerinde filmin kendi başlarına topladığı seyirci sayısına tek tek bakıldığında, ana akım filmlerle, kreatif filmlerin arasındaki uçurumu görmemek de mümkün değil. Yani nicelikle nitelik arasındaki benzer kıyaslanma. Ne yazık ki nicel yükselmeler beraberinde her zaman niteliksel olgular getirmiyor, aksine bu tür olguların azalmasına, değer yitirmesine zemin hazırlıyor.

BENZER OLAYLAR DAHA ÖNCE DE YAŞANDI

Sinemamız bu tür benzer olayı 1960-67 ve 1967-1974 yılları arasında yaşamıştı. Altın Çağ olarak tanımladığımız 1960 ile 1967 arasında yıllık seyirci ve film sayısı düşük olmuş, ama sinemamız, bir yandan baş yapıtlar vererek, öbür yandan da radikal bir yapılaşmanın içine girerek (ilk ciddi kitaplar, dergiler, ilk festivaller, Sinematek ve Kulup7 gibi ilk kuruluşlar, mesleki örgütlenmenin bilincine varılması, yeni eğilim ve modalar, yeni arayışlar vs) en görkemli dönemlerinden birini yaşamıştı. Ama askeri darbenin sol gösterip sağ vurmaya başlamasıyla bu dönem kısa sürmüş, ardından gelen 1967-1974 arasındaki Yeşilçam’ın yükselişi döneminde ise film ve seyirci sayısı artmasına karşılık hem üretimde hem de kurumlaşma ve yapılaşmada kayda değer hiçbir şey olmamıştı.

Elbette ki geçmişteki bu dönemlerle, günümüzü karşılaştırmak pek doğru olmaz. Yalnızca analojik bir yaklaşımla, nicelikle nitelik üzerine bir örnek vermek istedim. Ama günümüzün verileri de ne yazık ki bu doğrultuda. İşletme ve dağıtımın tekelleştiği, ana akımın dışına çıkan filmlerin neredeyse vizyon bulmakta güçlük çekip, yalnızca festivallerde gösterim olanağı bulduğu, ana akımla, festivallik filmlerin arasında kalan filmlerin yok olduğu bir sinema ortamında, yalnızca rakamlara bakarak sinemamızın aşama içinde olduğunu söylemek ne kadar doğru olur bilinmez.

Ana akım kulvarındaki filmlerinin de, bir sinemayı ayakta tutuğunu unutmamak gerekir. Bu gerçeği yadsımak mümkün değil. Ama, bu tür filmler, diğer kulvardaki filmlerin oluşmasına, az da olsa kendi seyircisiyle buluşmasına pek fazla olanak tanımıyorsa, o zaman bir sinemanın zenginliğinden söz etmek de pek doğru olmaz.