Türk sinemasında ilk gerçek bilimkurgu
İkisi de artık aramızda olmayan Giovanni Scognamillo ile Metin Demirhan’ın birlikte hazırladıkları “Fantastik Türk Sineması” (Kabalcı Yay., 1999) kitabında bir bölümün başlığı “Bilimkurgu Gibi” şeklindedir.
Yazarlar, Türkiye’de bilimkurgu sinemasının olmadığını, ancak “gibi” olandan söz edilebileceğini vurgularlar bu başlıkla ve şöyle derler:
“Yeşilçam sinemasının oldukça dar olanakları ve yetersiz teknik altyapısı dahilinde görsel efektler ve devasa dekorlarla görkem kazanan, genelde büyük yapım bütçeleri ve öncü çekim teknolojileri gerektiren bilimkurgu her zaman bir düş olarak kalmıştır. Aslında bir düş bile olmamıştır, ülkemizde bilimkurgunun yerleşmiş bir tür olmaması nedeniyle geçerli bir tür sayılamayarak sadece ve sadece kimi heveslilerin, neredeyse kimi sinema maceraperestlerinin hedefi olarak çok az sayıda bazısı geçerli, çoğunlukla geçersiz örnekler verilmiştir.”
Büyük çoğunluğu “avantür” sularında yüzen, arada komediye de göz kırpan “Görünmeyen Adam İstanbul”da, “Uçan Daireler İstanbul”da, “Baytekin Fezada Çarpışanlar”, “Turist Ömer Uzay Yolu’nda”, “Astronot Fehmi”, “Dünyayı Kurtaran Adam” gibi örnekleri veren yazarlar, “Dünyayı kurtardık ama patronu batırdık!” dedirten filmleri sıralarlar kitaplarında.
SAĞLAM BİR ADIM
1958’de Şinasi Özonuk’un yönettiği “Gökler Kraliçesi”ni ve 2000’lerde çekilen “G.O.R.A” (Ömer Faruk Sorak), “Buğday” (Semih Kaplanoğlu) gibi örnekleri de ekleyebileceğimiz, “bilimkurgu gibi” olan bu toplama nihayet gerçek bir bilimkurgu örneğinin katıldığını söyleyebiliriz. Serpil Altın’ın senaryosunu Korhan Uğur’la birlikte yazdığı ve yönettiği “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”, Türk sinemasının bu türde attığı ilk sağlam adım niteliğinde.
Seyircimizle ilk buluşmasını iki yıl önce 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren, 12. Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nde gösterilen, Phoenix Uluslararası Korku & Bilimkurgu Festivali ve Londra Bilimkurgu ve Fantastik Film Festivali’nde en iyi film seçilen “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”, aileye yeni bir bebek katıldığında yaşlı nesilden birinin yaşamdan koparıldığı, vatandaşların soluk alışlarının bile izlendiği, “1984”vari bir toplumda geçiyor. İklim krizi ve kıtlık nedeniyle insanlığın tepetaklak olduğu, özgürlüklerin kalmadığı bir dünya bu.
Penceresiz, güneş görmeyen, yeraltındaki bloklarda hücremsi konutlarda yaşayan insanlar sıkı gözetim altında tutuluyorlar, “Kıtlık Kanunları” gereği hep aynı jölemsi yemeği yiyorlar, komşularıyla çok sınırlı ilişkilere giriyorlar, duygulardan uzak robotumsu bir yaşam sürüyorlar. Bu distopik koşullarda ütopik, mutlu bir gelecek tasavvuru da eksik olmuyor ama asıl olarak kuralları çiğnemenin ağır cezalarla ve “dönüşüm”le sonuçlanabileceği bir tür cezaevi yaşamı söz konusu. İnsanların yüzü ancak yemekte ekstradan tatlı verildiği günlerde gülüyor, daha doğrusu gülme krizine tutuluyorlar.
Bu atmosferde bir de “direnişçiler” var… Öykünün odaklandığı dört kişilik (anne, baba, ergen kız ve büyükanne) aileye yeni bir üyenin katılma olasılığı ise her şeyi altüst ediyor. Çünkü sıra büyükanneye geliyor.
GELECEKTEN BİR MEKTUP
Serpil Altın, akıcı bir senaryoyla, sıra dışı rollerinin hakkını veren Selen Öztürk, Çağdaş Onur Öztürk, Ayşenur Şamlıoğlu, Sukeyna Kılıç gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosuyla, işlevsel dekor-mekân tasarımıyla, kendine özgü bir gerilim içeren, ilgiyle izlenen öncü bir film ortaya koymuş ve Türk sinemasında bilimkurgunun makûs talihini yenmiş. Üçleme olarak devam edeceğini öğrendiğimiz “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”le ilgili “Size filmimle uçan arabalar, uzay yolculukları, gezegenler arası savaşlar vaat etmiyorum, gelecekten bir mektup sunuyorum” diyen Altın’ın bu ilk uzun metraj çalışması, izlenmeye, tartışılmaya ve bence övgüye değer. Türk sinemasında bilimkurgu, bir düş olmaktan çıkmış durumda.