Türkan Şoray’ın sitemi
Otuz küsur yıl sonra yönetmen koltuğuna oturup kızı Yağmur’un yapımcılığında Uzaklarda Arama filmini yöneterek gişede büyük bir düş kırıklığına uğrayan Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray, geçenlerde yeni çıkan kitabının tanıtım toplantısında bu filmde karşılaştığı kimi sevimsiz durumlardan söz ederek sinemadan kopma aşmasına geldiğini belirtti. Her defasında ve de her koşulda Türk sinemasına olan sevgisinden söz edip, ölünceye dek oyunculuk yapma isteğinde olan bir starın sinemadan kopma aşamasına geldiğini söylemesi elbette ki çok önemlidir. Ama daha önemlisi ise; bu starı sinemadan kopma aşamasına getiren nedenlerdir.
Şoray sözü edilen söyleşisinde şunlar söylüyor: “İki senedir sustum ama, çok büyük haksızlıklar yaşanıyor şu an sinema sanayiinde. Bir tekelleşme var, maalesef ki onun kurbanı olduk biz de. Şimdi farklı bir sistem oluşmuş. Birtakım güçler birtakım sinemaları ele geçirmiş. İstedikleri filme destek oluyorlar, bazı filmleri önemsemiyorlar... Herkese eşit davranılmıyor. Kızım daha genç ve enerjik, o devam edecek, ama ben biraz kırgınım. Yani tamamen de bıraktım diyebilirim sinemayı”
Şoray’ın iki yıl gibi bir gecikmeyle de olsa, filminin gişedeki düş kırıklığının nedenleri üzerine konuşup, sinemayı bırakma aşamasına geldiğini açıklaması ve kimi eşit olmayan koşullarda söz etmesi - ya da söz etme cesaretini göstermesi- önemlidir. Bilindiği gibi 80’lı yılların sonlarında Yabancı Sermaye Yasası’ndaki kimi maddelerin değiştirmesiyle yabancı şirketlerin ve bu arada dev Amerikan Film Şirketleri Majör’lerin ülkemizde şirket kurup dağıtım ve gösterim haklarını elde etmesi sonucu ulusal sinemayı koruyan tüm duvarların yıkılarak oldukça serbest ve de eşit olmayan bir ortamı yaratması sonucu, Türk sineması büyük bir krize girmiş, o yılları takip eden yıllarda neredeyse film üretimi açısından dibe vurup tarihinin en korkunç dönemlerinden birini yaşamak zorunda kalmıştı. O yılları anımsayanlar, haftalar hatta aylar boyu Türkiye’de Türk filmlerini izleme olanağını bulamamışlar, yüzde doksana varan bir oranda Amerikan sinemasının- yani Hollywood’un ürünleriyle- sinemaya olan tutkularını gidermek zorunda kalmışlardı.
Bugün bile ülkemizde şirket kurup, gösterim ve dağıtım hakkını elde eden Majörler’den izin almayan hiçbir Türk filmi gösterim hakkın elde edemez. Yani Türk sinemasının ürünlerinin bu hakkı elde etmesi, bu tekeli elde tutan tekelci zihniyetin insafına ve de denetimine bırakılmıştır.
Her kertede milli sanattan ve de kültürden söz edip, bu alandaki yandaşlarına kültürel sermayeyi cömertçe paylaştıran bir siyasal iktidar döneminde, aralarında bakanlığın da destekledi filmler dahil olmak üzere, dağıtım ve gösterimlerinin tekelcisi bir zihniyetin insafına bırakılması, bırakın sinemayı bir yana, en azından mili onur açısından da acı bir durumdur. Onun içindik ki, Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray’ın bu alandaki duruma yönelik yaptığı sitemler ve onun ardından sinemayı bırakma aşamasına geldiğini ima ettiği sözleri çok ama çok önemlidir. Kimileri, sakın “ateş düştüğü yakar” demesin... Bu ateş aslında herkesi yakar... Bu ateşin herkesi yaktığını görmek için de, birkaç adet kitlesel abuk-sabuk güldürü filmleri dışındaki onlarca Türk filminin gişesine bakmak yeterlidir. Eğer, bir güldürü filminin gişesine, aralarında bir çok ödül kazanmış seksen filmin toplamı erişemiyorsa, o zaman işin içinde bir tuhaflık var demenin zamanı da gelmemiş midir?