04 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkçe Cumhuriyet’le ayağa kalktı

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Yıllardır devrimler konusunda aynı sakızı çiğneyen bir çevre var. Bunlar genellikle söze Cemil Meriç’le başlıyorlar son zamanlarda, Bedüzzaman’la bitiriyorlar. Acaba Cemil Meriç, adının sıkça Bedüzzaman’la yan yana gelmesinden hoşlanır mıydı? Bilemiyorum. Cemil Meriç’le ilgili merak ettiğim bir konu daha var: Üstat Divanu Lügâti’t Türk üzerine yazdı mı? “Kamus namustur” diye dil devrimine karşı çıkarken, bu en eski, en görkemli yapıtın bizim gerçek kamusumuz, gerçek namusumuz olduğunu kabul ediyor muydu?

Evet, hoş bir söz, kamus namustur… Ama bunu söyleyen bir aydın, kendi dilinin ilk sözlüğü üzerine düşünmeliydi, yazmalıydı. Böyle damardan giren hoş sözler çoktur onda; iri iri, parlak sözler, hani büyülüyor da insanı. Türk Dilinin Divanu Lügâti’t Türk’ten sonra uzun yıllar gerçek bir kamusu yazılmadı? Neden yazılmadı? Üstat acaba bunlara kafa yordu mu? Keşke altı yüzyılı bulan uzun bir dönem içinde Divanu Lügati’t Türk gibi bir iki sözlük daha yazılsaydı. Geçmişimiz bir ölü sözcükler mezarlığına dönmezdi o zaman.

Başta dil devrimi olmak üzere, Cumhuriyet devrimlerinin halktan kopuk olduğunu söyleyenler, Osmanlıcayı nasıl bu halkın dili görebiliyorlar? Bütün diller bir halka dayanır, türküler yakan, maniler söyleyen, masallar anlatan halka… Yeryüzünde halka dayanmayan tek dildir Osmanlıca. Seçkinlerin yarattığı, seçkinlerle sınırlı, her okumuşun, her seçkinin de anlamadığı, konuşulmayan, sadece yazılan bir dil… Osmanlı aydını yazı dilimizi kurarken, halkın öz dilini “lisan-ı avam” diye aşağıladı, halktan uzak başka bir dil yarattı. Elbette şanlı tarihimizle övüneceğiz, ama geçmişten gelen yanlışları da bileceğiz, diyor Atatürk. Devrimleri yaparken söylediği sözlerden biridir bu.

Türkçe, Cumhuriyet’le birlikte gerçek kaynaklarına, gerçek zenginliğine döndü, işletilmeyi bekleyen, ama işletilmemiş olan sayısı 150’yi aşan ekiyle yaratmaya, türetmeye ne denli elverişli bir dil olduğunu gösterdi. Dilimiz yeniden ayağa kalktı, onu ses bayrağı sayan yüzlerce yazarı, ozanı, bilgini yetişti; her alanda sözlükler yazıldı, raflara sığmayan ciltler dolusu sözlüklerimiz oldu.

Bugün Türkçenin yüzün üstünde terim sözlüğü var, Osmanlıcada tek bir terim sözlüğü yoktu. Çok gündeme getirilen Şeyh Galip’in Cumhuriyet döneminde kendi döneminden daha çok okunduğunu, yapıtlarının yaygınlaştığını söyleyebilirim. Çünkü 17. yüzyılda okuryazar oranı % 2 idi, gerisi zır cahil, Şeyh Galip’i nasıl okusunlar? Ayrıca o dönemde matbaa yok, kitap yok, kitapçı yok. Bu tür karşılaştırmalar çok yanlıştır, yazı ve dil devrimini bu tür karşılaştırmalarla tartışmak Osmanlıya zarar verir.

Osmanlıca yok edilmedi, yok edilmek üzere olan halkın gerçek dili, Yunus’un, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın dili ayağa kalktı. Şimdi sizi yabancı diller etkisiyle geçmişte yarattığımız dil mezarlığında dolaştıracağım, içine girince çıkamayacağınız büyük bir dil mezarlığı bıraktık geçmişte.

“Kamus namustur” sözüne bir de şöyle bakalım: Evden, evimizden başlayalım önce. “Ev” sözcüğü bile yok olmak üzereydi, “hane” deyince sanki evimiz saray oluyordu. Mutfak, pencere bile yazık ki Türkçe değil. Yok muydu Türkçeleri? Şaşıracaksınız, vardı, sahip çıkılmadı. Mutfak için, ocaklık, aşlık denirdi. Pencere yerine, ışıklık ya da görgüç denirdi. Evimize insanlar gelir, “konuk” deniyordu, misafir sonradan çıktı. Bir şeyler sunarız gelenlere. “Meşrubat”ın karşılığı içit idi… Konuklar evimizi nasıl döşediğimize bakarlar. Atalarımız “mefruşat”a evbezeği demiştir. Çocukken mefruşat ile meşrubatı karıştırırdım. Evbezeği… ne kadar hoş!... Cadde gibi büyük yollara Türkçede uluyol denirdi. Hâlâ Anadolu’da uluyollar görebilirsiniz. 13. yüzyılda metropol yerine kullanılan ulukent ya da uluşehir salt bizim oldukları için yok edildi. Mahkeme için de yargıyeri diyordu atalarımız. Hasta yerine sayrı dendiğini Yunus’tan öğrendik. Bunlar lisan-ı avam sayıldıkları için yazı diline yerleşemediler. Dilimizde otuz-kırk yıllık bir geçmişi olan“maganda” argo bir sözcüktür. Uganda’nın başına ”ma” getirilerek uydurulmuş, bir başka örneği de yok. 12. yüzyıl Türkçesinde maganda için yabaneri denirdi. Şehir terbiyesi almamış adam demektir, argo sayılmaz. Maganda genç ise yabanoğlanı denirdi. Lisan-ı avam sayıldıkları için yaşatamadık. First lady’nin 12. yüzyıldaki karşılığı uluhatun ya da ulukadın idi. Sıkma giynek, “streç elbise” demekti. Hemşeri için birilli ya da yerdeş deniyordu. Siskırı, yanıkal gibi ölüme bırakılmış güzelim renk adlarını öğrendiğimde, Türkçeden af dileyesim geldi. Dilimizde ilerleme, gelişme, yükselme varken, terakki’ye, tekamül’e gerek var mıydı; dönmek varken neden “avdet” dendiğini nasıl açıklarsınız? Ya da su, güneş, ay yerine, ab, hurşit, mah demeyi nasıl açıklayalım?

Ah o altı yüzyıl süren “lisan-ı avam” aşağılaması!..

Cumhuriyet kuruldu, halkla birlikte dili de aşağılanmaktan kurtuldu.

İmza günüm: Değerli okurlarım, 5 Kasım Pazar günü saat 14.00-16.00 arasında İstanbul Kitap Fuarı Ötüken Standı’nda yeni kitabım Cumhuriyet’in Zafer Abideleri’ni imzalayacağım. Cumhuriyet’imizin 100. yılını karınca kaderince ben de bu kitabımla selamlamak istedim.

Türkçe Cumhuriyet