Türkçenin ekleri ve sağcı aydınlar
“Türkçenin Ekleri” Türkçenin en büyük varsıllığının, eklerinin kitabıdır. Sözlük gibi hazırlanan bu kitabı önce TDK, sonra DTCF bastı. Yazarı rahmetli hocam Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu. Hocamı çok severdim, daha öğrenciliğimde, acele bir işi varsa sınıfı asistanlarına değil, bana bırakıp giderdi. Onun son konferanslarından birini DTCF’nin büyükçe dersliklerinden birinde dinlemiştim. Güzel konuşurdu, hoş bir ses tonu vardı. Kolay ağlayacak bir kadın değildi, o gün ağlayarak bitirmişti sözlerini. 12 Eylül’ün hışmına uğrayan TDK’nin kapatılmasına çok üzülmüştü. Prof. Dr. Hatiboğlu’nun dilbilgisi terimlerinin Türkçeleşmesinde emeği az değildir. Eskiden”sadalı”, “sadasız, “fail”, “meful” gibi terimlerle anlatılırdı dilbilgisi; “sesli”, “sessiz”, “özne”, “tümleç” gibi terimleri dilbilgisi kitaplarına Vecihe Hatiboğlu gibi dil uzmanları yerleştirdiler. Bir dönemde Osmanlıca sözcükleri Türkçeleştirmek büyük bir suçtu, doğrudan doğruya Moskova’ya hizmet etmek demekti. Bütün sağcı aydınlar buna inanırlardı, özleşme, kendi diline sahip çıkmak komünizme hizmet idi. Oysa Vecihe Hatiboğlu solcu bile değildi. Onun gibi aydınların “fail” yerine “özne” demeleri, bu Türkçecilik gayretleri solculuktan da öte, sağcı aydınların gözünde ülkeyi bölmek, parçalamak gibi bir şeydi. Prof. Necmettin Hacıeminoğlu, Nihat Sami Banarlı, Ahmet Kabaklı, Muharrem Ergin, Nazlı Ilıcak gibi yazarlar ülkenin neredeyse TDK marifetiyle, öz Türkçecilikle parçalanacaklarına inanırlardı. O aydınlar hiçbir zaman bugün şu yaşadıklarımızı göremediler, ülke için gerçek tehlikenin nereden, nasıl geleceğini bilemediler. Ülkeyi parçalama projelerinin başını ABD gibi devletlerin çekeceğini hiçbir zaman akıllarına getirmediler, bütün düşünce dünyaları, yazdıkları çizdikleri “komünizm” korkusu üzerine kurgulanmıştı. Bir iki doğru saptamaları dışında Osmanlıyı savundular hep, bu aydınlar Osmanlının son zamanlarına yakıştırılan “hasta adam” sözünü kabul etmediler. Kurulan Cumhuriyet’le birlikte Osmanlı kültürünün artık gerilerde kaldığını, yeni bir uygarlığa yeni sözcüklerle, yeni terimlerle, yeni bir sanat anlayışıyla gireceğimizi kabul edemediler. Divan-ı Lügat-it Türk’ü çok iyi bilirlerdi, ama bu kitaptan alınan “yanıt” sözcüğünü kullanmayı bile komünistlik saydılar.
TEHLİKEYİ GÖREMEDİLER
Ülkeyi çok düşünüyor gibi görünseler de, şu yaşananların hiçbirini, ülke için gerçek tehlikeyi göremediler. Bütün mücadelelerini Atatürk’ün kurduğu TDK’yi yıpratmaya, yeni sözcükler, yeni terimler türetenleri eleştirmeye adadılar. TDK etkisinde kalıyorlar diye zaman zaman TRT ve Mili Eğitim Bakanlığıyla da uğraştılar. Bu gün sağ çevrelerce çok okunan “Şu Çılgın Türklerin” yazarı Turgut Özakman’ı da eleştirdiklerini biliyoruz, TRT’de görevliyken Turgut Bey bunlara zaman zaman karşılık vermek zorunda kalmıştı. Şu Çılgın Türkler’in yazarını bile ülkeyi bölüp parçalayacak, büyük Türk milletini yok edecek aydınlardan saydılar.
Vecihe Hatiboğlu gibi dilciler, örneğin Türkçenin ekler bakımından varsıllığını ortaya koyarlarken, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Muharrem Ergin gibi sağcı aydınlar bizim Türkçe saydığımız eklerin çoğunun Türkçe olmadığını kanıtlamaya çalıştılar. “sel/-sal” ekine, bu ekle yapılan fiziksel, kimyasal, eğitsel gibi sözcüklere karşı çıktılar. Oysa “kumsal”, “uysal”, “dağsal” gibi sözcükler halk dilinde yıllardan beri vardı. Bu aydınlar şunu anlamadılar ya da anlamak istemediler: Dilde gereksinme duyulan hiçbir sözcüğü kimse kulağından tutup atamaz. Bu gün “konuk-misafir” sözcükleri yan yana yaşıyor, “kent-şehir” vb. sözcükler de öyle... İsteyen istediğini kullanır. Ben DTCF’yi anlattığım “Bir Başka Şehir” adlı romanıma önce “Bir Başka Kent” demeyi düşündüm, sonra “şehir” sözcüğünde istediğim ağırlığı, etkiyi gördüm. Yıllardır TDK yönetiminde bulunan Vecihe Hatiboğlu’nun, Gündüz Akıncı’nın, Doğan Aksan’ın öğrencisi oldum, onlar bize hiçbir sözcüğü yasaklamadılar. Sözcükleri sevdirmeyi anlarım, ama yasaklamayı doğru bulmam.