Türkiye bu savaşı nasıl kazanır!
Denizlerde ekonomik çıkarlarımızı, sınırlarımızda topraklarımızı korumak zorundayız.
Siyaseti de içine alan devlet iradesi budur; birden fazla cephede savaşmak durumundayız.
Türkiye bir yandan derin sularda sondaj yapıyor; diğer yanda terörün üzerine gidiyor..
Dört cepheden karşılık veren “düşmanı” çıldırtan işte budur; “hesaplarının” bozulmasıdır.
Bu girizgahın “açılımı” aşağıdadır; bu yazının son sözü şudur: Başka yolu yok, biz kazanacağız!
SU UYUR, DÜŞMAN UYUMAZ
Ege’de, Akdeniz’de, hatta Kafkaslar ve Karadeniz’den kuşatma altındayız…
ABD ve İsrail, Fransa ve Yunanistan’ı ve şimdi de dolaylı olarak Ermenistan’ı üstümüze sürüyor!
Kıtasahanlığı ve hava sahası bakımından uluslararası hukuk çiğneniyor.
Osman Pamukoğlu’nun keskin gözlemini teyiden “NATO, bir ticari örgüt” olarak beliriyor.
Bu süreçte askeri, istihbari, iktisadi ve siyasi diplomasiyi de değerlendirmek zorundayız.
Gerçekte bir sıkımlık canları var ancak, kesin olan şudur: “su uyur, düşman uyumaz”!
KUŞATMANIN EKONOMİ BOYUTU
Bu “kuşatmanın” bir önemli boyutunda ekonomi vardır. Gizli özne: Ekonomidir.
Türkiye, “borcunu çeviremez, dış yatırım çekemez” bir ülke olarak dibe itilmek isteniyor.
Bankaları, finans kurumları, kredi derecelendirme kuruluşları, medyalarıyla saldırıyorlar.
Denizde sular durulsa, karada silahlar sussa, bu defa, içerideki işbirlikçilerini salacaklar.
Bu açıdan devlet kadar halkımız da güçlendirilmeli. Savaşan ve yaşatan bir ekonomi olmalı!
Karşımızda “tek dişi kalmış canavar”; karşımızda, tatbikat yaptığı Yunan’a silah satacak kadar kanlı ve kirli bir dolar sistemi var.
DENİZLERDEKİ CEPHE
Türkiyemiz için birinci direnme cephesi; Kıbrıs nirengi noktasında, Akdeniz’dir; Ege’dir.
Bu cephede ‘direnmenin maliyeti’ doğalgaz ve petrolden elde edilecek kazanımlara değerdir, ancak yukarıda belirttiğim gibi bankalarıyla, finans kurumlarıyla (emperyalistlerce) bize “fatura” kesilmek istenmektedir. Bu cephenin bir diğer kesitinde Karadeniz vardır. ABD, Ukranya’yı “kullanarak” TürkAkım'ı akamete uğratmak istemektedir. Nihayet bu birinci cephe, “deniz cephesi”dir!
TOPRAK CEPHESİ
İkinci cephe; Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, 2. İsrail devletine karşı topraklarımızı koruma savaşımızdır; yani bölgemizdedir; “toprak cephesi”dir!
Toprak cephesi, kara cephesi; komşu devletlerin içinde bulunduğu zorluklar nedeniyle başta sınır illerimizin ticari kazançlarındaki dramatik erozyon ve düzensiz göçleri finanse etmekten dolayı ülkemiz bütçesi açısından artan masraflarla yürütülmektedir… Türkiye, uluslararası meşruiyet açısından da haklı olduğu bu mücadelesinde bölge ülkeleriyle diyalog kurduğu oranda iktisadi yükünü azaltabilecektir.
KAFKAS CEPHESİ
Atlantik emperyalizmi Türkiyemize karşı şimdilerde bir de 3. Cephe; “Kafkas cephesi” açmak istemektedir. ABD, iş başına getirdiği yönetimini kışkırtarak Ermenistan’ı Azerbaycan üzerine salmaktadır. Bu gelişmenin odağında “işgal altındaki Azerbaycan toprağı Karabağ” vardır. Karabağ konusunda Türkiye’nin Azerbaycan’ı yalnız bırakmayacağı gün gibi aşikardır. Bununla birlikte, Astana süreci de Atlantik’in hedefindedir! Kafkas hattında enerji projeleri ve ekonomik işbirliği anlamında Türkiye kaybederse, İran da, Rusya da kaybeder. Türkiye bu zorluğu da kararlılıkla ve komşularıyla işbirliği içinde Asya dayanışmasıyla daha kolay aşabilir. Dahası, Vatan Partisi'nin aylar önce geliştirdiği Karadeniz-Akdeniz İşbirliği planına uygun olarak, “emperyalizmin tuzağı ters yüz edilerek” Karabağ’da kurtarılabilir, KKTC’de de tanınabilir.
'İÇ CEPHE'
Dördüncü cephe ise, PKK ile FETÖ başta emperyalist kurgulu teröre ve bunların içerideki uzantılarına karşı yürütülen savaşımla belirmektedir: bunun da adı “iç cephe”dir!.. Bir hesapça arkada yıllar boyunca PKK ile savaşımın on binlerce canımızın yanı sıra, ülke ekonomimize de 450 milyar dolara mal olduğu ifade edilirken, diğer yandan, 15 Temmuz FETÖ ihanetinin de iktisadi açıdan azımsanmayacak bedele konu olduğu dile getirilmektedir. Bu gerçeklere karşın, Türkiye’nin esenliği ve iç barışı her daim, her şeyden değerlidir!
DÜŞMANIN ADI VAR
Kuşkusuz dört cephede de Mehmetçiğimizin, yurttaşlarımızın ve masumların aziz canlarını korumak şerefimizdir, başkaca hiçbir maddi değerle kıyaslanmayacak bir ödevdir; burada, sadece söz konusu cephelerde esas olarak emperyalizmin neden olduğu ve olacağı iktisadi kayıplarımız vurgulanmaktadır. Önümüzdeki süreçte başka coğrafyalarda da üzerimize gelebilirler. Eninde sonunda tüm cephelerde asli düşman bellidir: Atlantik sistemi!..
ATLANTİK’TE ZULÜM, DARBE VE ÖLÜM
Atlantik’te ölüm vardır; Atlantik’te zulüm vardır; Atlantik’te borçlandırma ve bölünme vardır… Atlantik sistemi -gladyosuyla-, -karanlık mahfilleri eliyle- darbeler, kumpaslar, “kitlesel kalkışma kışkırtmaları”, ‘aydın cinayetleri’ getirmiştir… Bu sisteme (!) karşı Türkiye, iç cephenin bütünlüğünden de aldığı güçle, dışarıda, daha ‘güvenilir ittifaklar’ tesis edebilir; etmelidir.
Tıpkı Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi… Zamanın, mekanın, durumun ruhuna uygun olarak; o güvenilir müttefikleri Asya’da bulabiliriz; Avrasya seçeneğiyle dış siyasetimizi geliştirebilir, iktisadi ilişkilerimizi güçlendirebiliriz…
AVRASYA’DA ÜRETİM VE İNSANCIL DÜZEN
Avrasya’da üretim, Avrasya’da hakça bölüşüm, Avrasya’da insancıl bir düzen vaadi var… Asya periferinde güçlenen, Avrasya coğrafyasında gelişen iktisadi ve siyasi ilişkileri sayesinde Türkiyemiz, her cephede emperyalizmin kapanmamış hesaplarına karşı daha dik durabilir; bu vatan savaşını en az hasarla ve maliyetle kazanabilir.
Bu doğrultuda, en başta, bölgemizde Atlantik emperyalistlerinin başlarına sardığı “benzer sorunlarla boğuşan” komşularımızla karşılıklı güven temelinde ilişkilerimizi geliştirmeliyiz.
ÇAĞLAR AÇAN UYGARLIĞIMIZ VE TARİHİN SARKACI
Çağlar kapatıp çağlar açan uygarlığımızın birikimiyle başlayan yeni çağı değerlendirebiliriz.
Geçenlerde Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna seslenirken Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu gerçekliğe güçlü bir vurgu yaptı: “Tarihin sarkacı Asya’da beliriyor” dedi… Gerçekten, Türkiye’nin Asya’yla bütünleşmesi ulusal bütünlüğünü korumadaki özeniyle çelişmez. O arada, bölgemiz ve Avrasya mahreçli iktisadi birliklerle, ülkemizin ekonomik dinamiklerini birleştirmesi, iktisadi aklın da bir gereğidir. Tarihin dinamiği de buna işaret etmektedir.
ÇAĞI OKUMAK, BİRLEŞE BİRLEŞE KAZANMAK
Çağın bu gelişmelerini yerli yerinde değerlendirmek, dört cephede zafer yazmanın ön koşuludur.
2015’te PKK’nın üzerine yürüyen, 15 Temmuz’da FETÖ’yü un ufak eden, geçenlerde Karadeniz’de doğalgazını tescil eden Türkiye; Silivri duvarlarını yıkan, Ermeni soykırım safsatasını tarihin çöplüğüne atan Türkiye ile aynıdır!
Bugün “Mavi Vatan” kavramı Türkiyemizi ne de güzel birleştirmektedir! Aynı şekilde, Doğu Perinçek liderliğinde Vatan Partisi’nin temellendirdiği ‘Üretim Ekonomisi’ kavramı ve kavrayışı da Türkiye’mizi birleştirecektir. Türkiye, birleşe birleşe kazanacak; gereğinde “vuruşa vuruşa” bu kuşatmadan sıyrılacak ve bir kez daha mazlumlara umut oluşturacaktır.
'2. İSTİKLAL SAVAŞI' VE MİLLİ HÜKÜMET
İçinde bulunduğumuz güç süreçlerde vermekte olduğumuz savaşım, “2. İstiklal Savaşı” olarak da nitelendiriliyor. İstiklal savaşı, Milli güçlerin ‘birliğiyle’ verilir, milli güçlerle kazanılır… Bugün, demokrasimizi korumak için, Cumhuriyetimizi sakınmak için,
“7 düvele karşı 4 cephede” İstiklal Savaşı vermek ve o savaşı kazanmak zorundayız. Bu erekle ve iradeyle; Milli Hükümet oluşması seçeneği gündeme gelmelidir.
Eğer milli güçlerle Milli Hükümet oluşturulursa; böyle bir yapı; -Dünyaya haklı taleplerimiz ve mücadelemizin anlatılmasına; - İşçisiyle işvereniyle toplumsal barışa o arada iç barışa katkı sağlanmasına; - Ülkemizin esenlik içinde seçimlere götürülmesine, çok önemli ve çok değerli katkılar yapabilir… Böyle olursa da,, kumpas kuranların, tertip yapanların, pusu atanların, üzerimize terör aparatlarını salanların, başka ülkeleri bize karşı kışkırtanların, nihayet iktisaden ve siyasi olarak bizi denizlerde “boğup”; karada “vurmaya” kalkanların hevesleri de boşa çıkacaktır… Ve yazsın tarih şunu da bir yana: inanıyorum ki;
Türkiye içinde bulunduğu güçlükleri aşacak, her cephede “varoluş” savaşını kazanacaktır!