24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye bunu hak etmiyor

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Doksan ülkede yerel ortaklarıyla işbirliği içinde çalışan ve 17 organizasyonun uluslararası federasyonu olan Oxfam, 2016 yılında dünyanın en zengin yüzde 1’inin sahip olduğu zenginliğin geri kalan yüzde 99’unun sahip olduğu düzeyi geçeceğini ileri sürmüştür. Geçen yıl zengin sınıfındaki sadece 85 kişinin yoksul olan dünya nüfusunun yüzde 50’sinin (3,5 milyar) sahip olduğu kadar bir zenginliği elinde bulundurduğu da ortaya konmuştur.
Türkiye’de benzer eşitsizlikler söz konudur. Bireyler arasında gelir dağılımı incelendiğinde, en zengin yüzde 20’nin toplam 100 birimlik gelirin 45,9’unu almasına karşın, en fakir yüzde 20’nin toplam gelirin 6,2’sini aldığı görülmektedir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütüne (OECD ) üye ülkelerin önemli bir kısmında, zengin ve fakir arasındaki uçurumun son 30 yılın en yüksek düzeyine ulaştığı saptanmıştır. OECD’nin raporuna göre, gelir dağılım adaletsizliği sıralamasında Şili ilk sırayı alırken bu ülkeyi Meksika, Türkiye, ABD ve İsrail izlemiştir. Gelir dağılımı dengesizliğinin en az olduğu ülkeler arasında Danimarka ilk sırayı alırken, bunu Slovenya, Slovakya ve Norveç takip etmiştir.
Sonucun olumsuzluğundan daha kötüsü, mevcut yerleşik düzenin bu dengesizliği artırıcı bir yapıya sahip olmasıdır. Maalesef bu durum çağımızın vahşi kapitalizminin yarattığı bir sonuçtur. Mevcut sistemi değiştirmenin formülü belli ise de uygulanması için uygun bir ortam bulunmamaktadır. Ancak, bu durumda yapılacak bir şey yok demek de çaresizliktir. Bunun çözümü, gelirin ikinci dağılımı altında ele alabileceğimiz, en alt gelir grubunun içindeki en alttakiler için asgari bir yaşam düzeyinin sağlanmasıdır. Söz konusu Türkiye olunca son günlerde basında yer alan iki haberi sunalım.
“Sur’daki çatışmada şehit düşen Jandarma Uzman Çavuş Nuh Özdemir’in (25) Ordu’nun Akkuş İlçesi Salman Köyü’ndeki baba evinin sıvasının olmaması, duvarlarının naylonla kaplı olması yürek burktu”. “Çanakkale’nin Ezine İlçesi Camikebir Mahallesi’nde, bir barakada yaşayan 61 yaşındaki Ahmet Türkmen’in, 5 yıldan bu yana yatalak hasta olan eşi Ünzile Türkmen donarak öldü.”
Aslında konuyu gündeme getirmek için haber biriktirmeye gerek bulunmamaktadır. Gün geçmesin ki bu utanılacak gerçekler gözümüzün önüne serilmesin. Neden bu haberleri sıkça duyuyoruz. Bana göre, Türkiye tüm sorunlarına karşın bu manzaraları hak etmiyor.
Dünyanın ilk 10 ülkesi arasında yer alma iddiasında olan Türkiye’nin bu sorunu çözecek ekonomik güce sahip olduğundan kuşku yoktur. Hükümet ve yerel yönetimlerin harcamalarına bakıldığında da bu zenginlik gözükür haldedir. Örneğin, dünyanın en pahalı ve en güzel çevre düzenlemesine kaynak ayıran bir belediye başkanının il veya ilçesinde nasıl bir insan açlıktan veya açıkta kalmaktan ölebilir. Türkiye’de başta Kızılay olmak üzere, elleri dünyanın en ücra köşesindeki yoksullara uzanan güçlü sivil toplum örgütleri vardır. Yardımseverlik bu milletin övündüğü bir özelliği değil midir? Türkiye’de hükümetlerin yaptığı sosyal harcamalar da oldukça önemli düzeyde bulunmaktadır. Örneğin 2014 yılı verilerine göre, sosyal harcamalar 249 milyar 358 milyon TL olmuştur. Bu potansiyel varken, neden hala evsiz, paltosuz, ayakları çıplak vatandaşlarımız var sorusunu sormalıyız.
Konuya eleştirel bir gözle bakıldığında yanıt, yapılan harcama ve yardımların uygulanmasında etkinliğin olmadığıdır. Bunun birinci yönü toptancı yaklaşımlardır. Yani, gerçek ihtiyaç sahipleri yanında, olmayanlarında bu yardımlardan yararlanmasıdır. İkinci yönü ise, başta devlet olmak üzere yardım yapan organlar arasında bir işbirliği ve koordinasyonun bulunmamasıdır. Buradan, yardımların bir otoritece yapılması anlayışı çıkarılmasın. Önemli konu bu dağınıklık içinde sorunun sahibinin kim olacağıdır. Yani bir ilde, barakada donarak ölen kişinin sorumlusu kimdir. Veya sıkça gördüğümüz gibi, karlar üstünde çıplak ayak, paltosuz gezen çocukların sorumlusu kimdir. 21 yüzyılda öğrencinin tek, tek getirdiği tezekle, odunla ısınan okulun sorumlusu kimdir. İşte temel sorun buradadır. Bunun çözümü için, mülki idareler ve yerel yönetimlerin başındaki kişiler sorumlu tutulmalıdır. Gerekli yasal düzenleme yapılırsa bu mülki ve idari amirler, tüm yardım olanaklarını koordine etmeyi temel bir görev olarak ele alacaklardır.
Görüşümüzce en küçüğünden en büyüğüne kadar, bir yerleşim biriminin sorumlu yöneticisinin ilk görevi, sorumluluk alanında aç ve açıkta kimsenin olmamasıdır. Olursa da bunun yasal sorumlusu onlar olmalıdır. Aç ve açıkta kimsenin kalmaması dilek ve umuduyla!