28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye ekonomisi IMF ve küresel tefeciler

Prof. Dr. Ufuk Tutan

Prof. Dr. Ufuk Tutan

Eski Yazar

A+ A-

2021 yılında küresel ekonomi, toparlanma umudu vermişken sonbahara doğru ciddi sorunları beraberinde getirdi. Eğer alternatif bir ekonomi politikası bulunmuyorsa Türkiye ekonomisi de aslında bu zorlu süreci takip etmek zorunda kalacaktır. Öncelikle, küresel enerji krizi kapıdadır; hatta, çeşitli mallarda çoktan kendini göstermiş durumdadır. Kömür, doğalgaz, petrol fiyatları düşmek bir yana yükseldiği yerde plato oluşturup o yüksek fiyatlar seviyesinde şimdilik seyretmektedir. Daha da yükselme ihtimali de söz konusudur. Tarım fiyatları bu yıl birçok üründe zaten yükselmişti. Emtiada ise birçok üründe fiyatlar yükseldi ve daha da yükselecek sinyalleri vermektedir.

Türkiye ekonomisi, 2018 yılından beri olumsuz bir seyir izlemekteydi. Ara mal ithalatına bağımlı bir ekonomide döviz girişi azalıp dış borçlanma maliyetlerinin yükselmesi ile ekonomi, risk arz etmeye başladığının sinyallerini 2018 yılından beri vermekteydi. 2021 yılı itibari ile küresel ekonominin en riskli 3 ekonomisi arasına girip çıkan Türkiye ekonomisi, benzer ve gelişmiş ekonomilerin faizlerini artırırken ve artırmaya hazırlanırken faizlerini düşürmesi ile birlikte hem risk yapısını hem de döviz girişini daha da sorunlu hale getirmiştir.

Faizlerin yüksek olması, faiz lobisine yaramaktaydı ve bu kesimleri, zengin etmekteydi diyenler de döviz girişi sorununa elle tutulur bir çözümü henüz gündeme getiremediği anlaşılmaktadır. 2000’li yılların başında Brezilya ile Arjantin’in başını çektiği Latin Amerika birliği, IMF ve küresel tefecilere bayrak açtığında arkalarında petrol zengini Venezuela bulunmaktaydı. Latin Amerika ekonomileri, gümrüksüz ticari anlaşmaları ve Venezuela’nın petrolden edindiği gelirleri ile döviz ihtiyaçlarını giderirken yeri geldiğinde aralarındaki değiş-tokuş yöntemine benzer ticari anlaşmalar ile IMF ve küresel tefecilerden 10 yıl içinde ancak kurtulmuştu.

2021 yılı içinde Türkiye ekonomisinin IMF ve küresel tefecilere karşı bayrak açıp açmadığı hâlâ anlaşılamamıştır. İlk başta Çin, Rusya gibi ekonomilerle gerçekleştirdiği Swap anlaşmaları ile bu sürece girmiş olduğu düşünülürken bu ekonomilerle ulusal para birimleri ile ticari anlaşmalarını canlandıramadığı gibi ilk fırsatta küresel bankalardan yüksek faizle kredi anlaşmaları yapmaya devam etmiş olması, IMF ve küresel tefecilere yönelik net bir hamle yapmadığına işaret etmektedir.

Hal böyle ise 2021 yılındaki gerçekleşen faizlerin inmesi de bir sonraki genel ve yerel seçimlere yönelik iç politika stratejisinin bir parçası olarak algılanmaktadır. Eğer durum bu ise küresel ekonominin enflasyonist bir sürece girdiği bu dönemde de faizlerini indirmesi ve indirmeye devam etmesi de kendini bir çıkmaza itmesine yol açabilir. Dövize bağımlı olan ve tasarrufları zaten çok az olan bir ekonominin dışarıdan kredi ve borçlanma yoluyla tasarruf ithalatına çaresizce bağımlı haldeyken bu tür hamlelerinin genelde iki ana konuda kendine çıkmaza sokacağı bilinmektedir.

Birincisi, faizleri düşürerek döviz girişlerini riske atıp dışarıdan yeni kredi ve borç bulması hem zorlaşmakta hem de daha maliyetli hale gelmektedir. Bunun sonucunda kamu bütçesi bozulmakta ve bu bütçeyi dengelemek için zamlar ardı ardına gelmektedir. Enflasyon da bu paket ile birlikte gelmektedir.

İkincisi de faizler, resmi enflasyona yaklaştıkça, ki burada enflasyon rakamları da bazı kesimlerce sorgulanmaktadır, içerideki tasarruf sahipleri reel bazda ulusal para birimlerinin döviz-mal-ürün karşısında değer yitirdiğini fark edip daha değerli hale gelen döviz-mal-ürüne, tasarruflarını dönüştürmesi gerçekleşmektedir. Bu duruma da kısaca dolarizasyon adı verilmektedir. Bu sürecin sonu da ulusal para biriminin bu mallar karşısında daha da değer yitirmesi ve dövizin daha da değerlenmesi ile devam etmektedir. Enflasyon da bu sürecin sonunda çaresizce beraberinde gelmektedir.

Dışarıdan kredi ve borçlanma yoluyla tasarruf ithalatına çaresizce bağımlı halde olan bir ekonominin arkasında onu, finansal anlamda destekleyecek güçlü dostları yoksa gene çaresizce, eninde sonunda küresel tefecilere dönebilir. Bu sürecin sonu da prestij kaybı anlamına gelebilir. Bu çaresiz durumun bir çözümü vardır aslında. Her açıdan bağımsız bir teknoloji ve üretim sürecine kararlılıkla girerek kendi teknolojini ve üretimini gerçekleştirmek. 19.yy sonunda Almanya ve Japonya bunun bir örneğidir. 20.yy’ın ikinci yarısında da G. Kore, Çin de diğer örneklerdir.