Türkiye’deki Amerika ve 10 büyükelçinin bildirisi
15 Temmuz 2016, Türkiye tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıydı. 15 Temmuz öncesi dönemin belirleyici özelliği, Türkiye’nin iç ve dış siyasette Atlantik’te çizilen rotaya göre konumlanmasıydı. ABD’nin Fetullahçı Gladyo eliyle tertiplediği 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin cephesini Atlantik kaynaklı tehdide karşı dönmesini zorunu kıldı. O gece Fetullahçı Gladyo’nun yenilmesi ve arkasından devlet içinden esas olarak temizlenmesiyle Türkiye, Atlantik rotasından çıkmaya imkan verecek özgürlüğe kavuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), emniyetin, yargının, Dışişleri’nin ve medyanın kilit noktalarındaki Gladyo unsurları temizlendi, kripto unsurlarına yönelik operasyonlar devam ediyor.
Gladyo’nun temizliği konusunu, Türkiye ile ABD arasında adı konmamış savaşın belki de en hassas cephesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Aynı zamanda bunun uzun dönemli bir mücadele olduğunun bilincinde olma zorunluluğu var.
Unutmayalım, Gladyo örgütlenmesinin merkezinde güvenlik aygıtı vardır ama bununla sınırlı değildir. Sermaye gruplarından medyaya, 70 yıldır NATO üyeliği sürecinde yetiştirilmiş ve seçilmiş insan birikimine uzanan bir zincirdir söz konusu olan. NATO ikliminde, devlet kadrolarında neredeyse otomatik olarak “Batı yanlısı” düşünüş biçimi hakim hale getirilmiştir.
GERİ ADIM DEĞİL
Bu girizgahı, ABD liderliğindeki 10 Batılı büyükelçiliğin Türkiye’nin egemenliğini hiçe sayan eşi görülmemiş bildirisi ve sonrasındaki gelişmelere ışık tutması için yaptık. Atlantik İttifakı’nın bu bildirisi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Büyükelçilerin istenmeyen adam ilan edilmeleri talimatını Dışişleri Bakanlığı’na verdim” demesinden sonraki gelişmeler, hem Hükümet içinde ve etrafındakileri hem de muhalefettekileri kapsayan “Türkiye’deki Amerika”nın nasıl devreye girdiğini ortaya koyması bakımdan önemli.
Pazartesi günü, Cumhurbaşkanı’nın Hükümet toplantısından sonra “istenmeyen adam talimatı” konusundaki kararı beklenirken, önce ABD Büyükelçiliği’nin diplomatik ilişkilerle ilgili Viyana Sözleşmesi konusunda sosyal medya hesabından bir açıklama yapması, arkasından diğer ülkelerin bunu desteklemesi üzerine “büyükelçilikler geri adım attı” kampanyası başlatıldı. Anadolu Ajansı ABD Büyükelçisi’nin açıklamasını “geri adım” diye servis etti, ardından AK Parti yetkililerinden art arda aynı yönde değerlendirmeler geldi. Hükümet toplantısı devam ederken, Cumhurbaşkanlığı kaynaklarının “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyükelçiliklerin açıklamasını olumlu bulduğu” yönündeki değerlendirmesi haber merkezlerine ulaştırıldı. En sonunda Erdoğan, büyükelçiliklerin açıklamasına atıfla “bühtandan döndüklerini” söyledi.
Oysa, ilerleyen saatlerde ABD Dışişleri Sözcüsü’nün açıklamasından anlaşıldı ki, Viyana Sözleşmesi açıklamasıyla büyükelçilikler geri adım atmayı bırakın, tam tersine “18 Ekim’de yaptığımız Kavala’nın serbest bırakılması bildirisinin arkasındayız, üstelik bu iç işlerine müdahale anlamına gelmez” diyordu. Üstelik ABD’li Sözcü “Büyükelçimizin göreve devamı kırmızı çizgimizdir” diye vurguluyordu.
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK
Biden’ın kaos planına karşı ancak kararlı tavırlarla sonuç alınabileceği gerçeği sadece şu son üç gün içindeki gelişmelere bakılarak net bir şekilde görülebilir. Erdoğan’ın büyükelçileri gönderme kararına halktan büyük destek gelirken kimlerin uykularının kaçtığı ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’ye parmak sallayan bildiriye karşı “10 büyükelçiyi istenmeyen adam ilan etme” talimatı, köşesine çekilmiş pozundaki Abdullah Gül’ünden Davutoğlu’na, Babacan’dan Akşener’e ve Kılıçdaroğlu’na herkesi yerinden zıplatmıştı. Hükümet içinde ve çevresindeki güçlerin de aralarında bulunduğu “Türkiye’deki Amerika”nın, “mahvoluruz, Batı ile geri dönüşü olmayan bir yola gireriz” propagandasıyla Hükümet nezdinde de sonuç aldıkları ortaya çıktı. Anlaşılıyor ki, bildirinin patronu olan ABD ile görüşmeler yapılmış ve “geri adım attılar” propagandası için zemin oluşturmak üzere bir açıklama üzerinde mutabık kalınmıştı.
Son durum, Batı basınında “Erdoğan’dan U dönüşü” başlıklarıyla değerlendirildi. ABD Dışişleri’nden gelen açıklama da “Biz değil Erdoğan geri adım attı” anlamına geliyor.
“10 büyükelçiyi gönderme kararı”nın şu ya da bu biçimde uygulanmamasının, Türkiye karşıtı cepheyi cesaretlendirdiğini saptamalıyız. Biden’ın 24 Nisan’da 1915 olaylarını “Ermeni soykırımı” olarak tanıyorum” açıklamasından sonra CHP-İYİ Parti cephesinin PKK ve FETÖ’ye kalkan olma eylemlerinde giderek artan ölçüde pervasızlaştığını görüyoruz. Son örnek, CHP’nin Suriye ve Irak tezkeresine açıktan karşı oy vermesi oldu. CHP’nin Türkiye’nin ulusal güvenliğiyle ilgili meselelerde PKK/HDP ile ortak saf tutmasında, büyükelçiler bildirisinde varılan son noktanın etkili olduğu anlaşılıyor.
Son beş yıllık gelişmeler alt alta dizildiğine çok önemli bir gerçek karşımıza çıkıyor: Türkiye ile ABD arasındaki çıkarların herhangi bir noktada uzlaştırılması, orta noktada buluşulması mümkün değildir. Biden yönetimi, yanına Avrupa’daki müttefiklerini alarak Erdoğan’ı devirme kararlılığı içinde olduğunu büyükelçiler bildirisiyle göstermiş oldu. Yani Biden, 24 Nisan’da Ermeni soykırımı kararıyla çaldığı hücum borusunun gereğini yapıyor.