01 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye’nin Hiroo Onoda’sı

Ahmet Yavuz

Ahmet Yavuz

Eski Yazar

A+ A-

Hikâye biliniyor. Ama biz anımsatalım. II. Dünya Savaşı sırasında Japonlar, uyguladıkları askeri stratejinin gereği olarak, yüzlerce küçük adaya, küçük komando grupları gönderir. 

Bu gruplardan birisinin görev yeri Filipinler’in Lubang adasıdır. 

Savaş biter ama gruptan birisi savaşmaya devam etmektedir. 

Bu askerin adı Hiroo Onoda’dır. 

Uçaklardan atılan ve savaşın bittiğini açıklayan bildirilere inanmaz. Bunları bir aldatma olarak görür. Düşmanın propagandası olarak değerlendirir. Oralı olmaz. Savaşa devam eder. 

Günün birinde, bir adalı, kendisine savaşın bittiğini söyler. İnanmaz. İkna olmaz. Ama bir koşul ileri sürmekten de geri kalmaz. Savaşın bittiğini, Lubang adasında emrinde görev yaptığı komutanından duymak ister. 

Komutan bulunur. Japonya’dan gelir. Gerçeği açıklar. 

Onada ikna olur. 

Ne kadar zaman sonra dersiniz? 

Tam 29 yıl sonra. 1974 yılında. 

Bu öyküyü hatırlatan Ahmet Altan’ın geçen hafta Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdıkları oldu. Hiçbir tutarlılık içermeyen... Gerçeklerden ve hayattan kopuk... Bilime yüz çevirmiş...  

Uydurulmuş Balyoz dijital dosyalarını yeniden önüne gelse, yine basacağını söylüyor...  

Sahteliği ayyuka çıkmış dijital bir darbe planı için “neresi gizli” diye sorabiliyor...  

En komiği de, “hırsızlarla darbeciler kol kola” nitelemesi.  

İnsan utanır. Hiç olmazsa dünkü ortaklarına saygısızlık etmez. Bu tezgâhları yürütürken hep beraberdik, haysiyet cellatlığını birlikte yaptık, der. 

Orhan Bursalı’nın çok doğru ve yerinde nitelemesiyle “Karanlık Dönemin Sıkıyönetim Komutanı”, “Baransu yerine bana sorun” derken, bir özgüven gösterisi yapıyor. Ama bir kibir mevtasına dönüştüğünün farkında bile değil.  

İki insan: Biri gerçekten savaştığını sanıyordu. Öteki gerçekle kavga ediyor. 

Onoda gurur yüklüydü. Çünkü vatanı için savaşıyordu. İletişimi kopmuştu. Savaşın bittiğinin farkında değildi. Onun tavrını anlıyorum.  

Ama berikine acıyorum. Hayal dünyasında yaşamaya devam ediyor. Kendi hayallerini de hakikat diye sunuyor. 

Kadın memesini vatana tercih etmekle övünen... Yaptığı gazeteciliği yüzde doksan dokuz alçaklıkla açıklayan Ahmet Altan’ın vicdan sahibi olmadığı belli. Ama yanlış ve yalan dolu yazısı sayesinde iki yeni şey öğrenmiş olduk:  

-Bilim karşıtlığını. 

-Bizim Japon’un kim olduğunu. 

Ne yapsak? Darbe palavrasının çöp olduğunu söylemesi için ABD’deki komutanını mı çağırsak? 

Not: Gazeteye her uğradığımda selamladığım ve bir tevazu abidesi olarak tanımladığım sevgili Mahmut Şen’e Tanrı’dan rahmet, ailesi ve arkadaşlarına başsağlığı dilerim.