Türk’ün Arabi ile imtihanı
Saki, sulamak kökenlidir. Her türlü içeceği kadehe boşaltan, içiren, sunan demektir. Gayet önemli, hassas ve tehlikeli bir görevdir. Önemli şahısların, kurumların ve konakların özenle seçtikleri hizmetkârların başında aşçılar, sakiler ve garsonlar bulunur. Saki, hizmet ettiği kişinin canına şah damarı kadar yakındır. 4352 sene önce Irak, Anadolu, Suriye ve Mısır’a kadar uzanan coğrafya üzerinde tarihin ilk merkez devleti Asur, Aşur, Assyrian, El-Suri, Suriye İmparatorluğunu kuran Akkadlı Sargon, Şargun, Şarkun, Sarkin, Sarcun’dur. Oğuzların, Üçokların, Yuvalı boyu misali Akkadlılar da Amurluların bir koludur. Sümer Kralının yanında saki idi. Nasıl Kral ve İmparator olduğu hakkında birden fazla iddia vardır. Savaştan yenik dönen Kralına karşı darbe yapan sarayın haznedarı olduğu da söylenir. Sümer Kralının bir rüya gördüğü ve rüyasını yorumlayan kâhinlerin iddiasına göre Amurlulardan doğacak bir erkek çocuk Kralı öldürecektir. Bunun üzerine Kral Amurlulara yeni doğan ve doğacak olan tüm erkek çocukların öldürülmesini emreder. Sargon’un annesi onu bir sepete koyar ve nehre bırakır. Nehir onu Sümer Kralının çocuksuz kız kardeşinin sarayına götürür.
SAKİLİKTEN KRALLIĞA SARGON’UN HİKAYESİ
Oğlunun hayatından emin olmak isteyen annesi onu buraya kadar takip etmiştir. Sargon kimsenin sütünü emmez. Sarayın etrafında dolaşan annesini prensesin huzuruna çıkartırlar. Sargon annesi olan bu kadının sütünü emer. Sargon ile birlikte sarayda yaşamasına izin verilir. Prenses, Sargon’u Kral’a kendisine tanrılar tarafından hediye edilen çocuğu olarak sunar. Sarayda hizmet eder. Kral’a saki olur. Annesi Sargon’a kimliğini ifşa eder. Kralın kötülüklerini ve katliamlarını anlatır. Sargon’u Amurlululara götürür. İntikam yemini edilir. Kralın içeceğine zehir koyar ve Kralın öldüğünü ateş yakarak pusuda bekleyen atlı Amurlu savaşçılara bildirir. Sümer devletine saldırı başlar. Sümerliler Amurlulara teslim olur. Sargon Kral yapılır. Sudan çıkan manasına gelen Musa’nın hayatının ondan en az 1000 sene önce yaşayan Kral Sargon’dan intihal edildiği iddia edilir. Sargon, “Ben Agade’nin kralı büyük kral Sargon! Annem yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum. Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu. Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı. Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım. Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü. Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü beni.” demektedir.
ATATÜRK’ÜN SAKİSİNDEN ‘KAVM-İ NECİB’ DEĞİNİSİ
Mustafa Kemal’in de bir sakisi vardı: Cemal Granda. Gerçi yazdığı “Atatürk’ün Uşağı İdim” kitabının unvanında işini “uşak” olarak tanımlar. Karadeniz’de uşak çocuk, evlat manasında da kullanılır. Daha sonra Cemal Çelebi Granda olarak bilinmiştir. Zira Atatürk ona “Çelebi” soy ismini uygun görmüştür. Cemal Bey 1910 doğumlu. 112 yaşında ve halen hayattadır. Atatürk’e 12 sene sakilik veya kendi deyimiyle uşaklık etmiştir. Kitabında ilginç bir iddia var. Atatürk hayatta olmadığı için bu iddiasını sözün sahibine soramıyoruz. 1973’te yayımlanan kitabın 267. sayfasında Atatürk’ten naklederek diyor ki “Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necib evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim.” Kavm-i Necib, asil ve soylu millet, üstün ırk, Peygamber soyundan gelen demektir. Olay Anadolu’da geçtiğine göre Arabi Binbaşı Osmanlı ordusunda bir subay olmalı. Mustafa Kemal de bu olaya şahit olmuş olmalı ki, çocuğun gözlerinden akan gözyaşlarını görmüş. Gördüğü manzara ve ağlayan çocuğun üzerinde bıraktığı etki Türklük şuuruna varmasında esaslı bir sebep oluşturmuş.
İKİ DAMLA GÖZ YAŞINDAN ÇIKAN TÜRKLÜK ŞUURU
Varsayalım ki anlatılanlar hakikate dayalı olsun. Çocuğa vurulan bir tokat ve akan iki damla gözyaşı Türklük şuurunu ihya edecek ve bu şuura varmanızı sağlayacak kudrette olabilir. Bir tokadın bir Türk çocuğun, bir Kürt çocuğun, bir Arabi çocuğun veya herhangi bir çocuğun hayatında yaratacağı travma ve değişimi, hangi şuurun o çocukta kimlik olacağını, tarih ve tecrübeyle sabit olan şahsen çocukluğumda yaşadığım olaylar ispatlamıştır. Maruz kaldığımız olaylar sizde benlik şuuru ve kimliğinize, kültürünüze, dilinize, dininize veya ideolojinize daha sıkı sarılmak için güçlü bir neden olabilir. Kendi şuurunuzun uyanması, pekişmesi ve ait olduğunuz milletin onurlu, kudretli, hür ve bağımsız yaşaması için sebep olan unsur ve faktörler size bu zulmü yapan fert veya fertlerin mensup oldukları millete düşmanca ve kindarca duygular içinde olmanızı sağlamamalı. Birçok başka önemli sebepler yanında bir çocuğun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna eren Atatürk, Arabi medeniyeti ama özellikle Suriye Milletinin uygarlığını her fırsatta övmüş, takdir etmiş ve savunmuştur. Manda sistemini dayatarak Suriye’ye medeniyet ve nizam götürmek iddiasında olan Fransızlara ders niteliğinde verdiği nasihati birçok yazımızda anlatmış ve paylaşmıştık.
ENSAR OLAN BUNU NASIL GÖRMEZ
Osmanlı mensubu bir Arabi subayının tokat attığı Türk çocuğun yaşadığı travma nedir ki? Türk’ün Türk’e, Arabi’nin Arabi’ye, Kürt’ün Kürt’e, Türk’ün Arabi ve Kürt’e, Arabi’nin Türk ve Kürt’e, Kürt’ün Türk ve Arabi’ye ettiği zulüm üzerine konuşmaya kalksak sözgelimi denizler mürekkep, ormanlar kalem, kum yaprak olsa tükenir. Gelelim bizi daha çok ilgilendiren güncel konumuza. Suriye mültecilerini Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçünden esinlenerek muhacir onları bağrına basan hükümeti “ensar” olarak takdim ettiler. Suriye savaşının ilk lahzası ve hatta öncesinden Suriyeli mültecilerin hangi amaçlar için kullanıldıkları, bu konu üzerinden Avrupa ile süren pazarlıkları, Suriye sahası içinde hangi projeler için düşünüldükleri üzerine onlarca yazı neşrettik. Bir kesim samimi olarak onları din ve mezhepte kardeş muhacir ve kendilerini bu “mazlum” kardeşlerine kucak açan ensar olarak görmüş, hissetmiş ve hatta yaşamış olabilir. Ama ve lakin bu kesimlerin dahi Suriye’nin Azez şehrinde yaşananlarla ilgili ne toplumsal ne medyada ne de hükümet cenahında bir tepkilerini, eleştirilerini veya açıklamalarını okumadık, görmedik. Eminiz ki bu olayı belki ilk kez bu yazıda okuyacak ve öğrenecekler.
TÜRKİYE’DEKİ ARABİ DOKTORLAR
Azez şehri Kilis vilayetimizin Suriye tarafındaki komşusu. Halep iline bağlı bu şehrin nüfusu altmış bin. Çevre köylerle birlikte nüfusu yüz on bine yakın. Bölge TSK ve müttefik kabul edilen ÖSO/SMO tarafından idare ediliyor. Azez Şehir Hastanesi’nde Türk ve Arabi hekimler birlikte görev yapıyor. Hastanenin Arabi doktorları grevde. Arabi doktor ve sağlık personelinin aldığı maaş 4900 TL. Türk doktor ve personelin normal maaşı 19-20 bin lira. Ayrıca yurtdışında hizmet eki ödemeleri ile birlikte maaş 40 bin TL’ye kadar ulaşıyor. Türk doktor ve sağlık personeli haftanın iki günü tatil yaparken Arabiler sadece bir gün tatil yapabilmektedir. Fazladan çalıştıkları bir gün için ise ek ücret almamaktadır. Azez’deki hastanelerin personel tayinleri, maaşları, çalışma kurallarını belirleyen Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı. Kilis Sağlık Müdürlüğü sorumlu ve yetkili kurum. Türk doktor ve sağlık personeli bu haklardan yararlanırken, Arabi doktor ve sağlık personeline “gönüllü mahalli sağlık personeli” sıfatı verilmiş ve sendika, emeklilik, işsizlik haklarından mahrum.
HER MİLLET KENDİ ŞUURUYLA BAĞIMSIZ YAŞAMALIDIR
Arabi doktorlar kendilerini muhacir, Türkleri ensar olarak telakki etmiyor. Aksine mevcut durumu zenci ve efendi ilişkisi çerçevesinde görüyor. Ayrıca Türkiye’nin düşündüğü 1 milyon Arabi’yi TSK’nın kontrolündeki bölgelere taşıma projesine en çok karşı çıkanlar bu bölgede yaşayanlar. Bir çocuğun iki damla yaşı, Türklük şuurunu ihya ediyorsa kendisini Kavm-i Necib ve muazzam bir uygarlığın çocukları olarak gören Arabilerde hangi şuurun hasıl olacağını kestirmek zor değil. Bu gidişatı normalleştirecek, Türk ve Arabi ilişkilerini sağlıklı kılacak yegâne çıkış yolu herkesin kendi diyarında kendi devletinde kendi kurallarında kendi örf ve adetlerinde hür ve bağımsız yaşamasıdır.