01 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ülke nasıl bu hale geldi?

Şahin Mengü

Şahin Mengü

Eski Yazar

A+ A-

Belli ki, hükümetin dilinden düşürmediği “kamu düzeni”nden anladığı, devletin hiçbir olaya müdahale etmemesi. Böylece, “düzen” çatışan taraflar arasında müzakere edilerek sağlanıyor. Devlet egemenlik haklarını kullanmayınca, güvenlik güçleri de haliyle kimsenin kılına zarar vermiyor! Böyle bir devlete “devlet” denir mi!

Elbette denmez ama bu noktaya 20-25 yıllık bir süreç  içinde beş önemli dönüm noktasından geçilerek gelindi.

ABD İŞGALİ

Birinci kritik dönüm noktası Saddam’ın Kuveyt’i işgali (1990).

 ABD’nin Bağdat’daki o dönemki kadın büyükelçisinin Saddam’ı işgale cesaretlendirdiği söylenmişti. Başta saçma gelen bu iddia, işgale bağlı sonraki yıllardaki gelişmelere bakınca mantıksız görünmüyor.

Burada kilit kelime “Kürdistan”.

Kuveyt, 1991 yılında kurtarıldı.

ABD kuvvetleri Irak’a girdi. Bağdat’a gelince durdu. Oysa, Bağdat’a girip Saddam’ı devirmek işten değildi. Neden devirmedi? Çünkü, ABD’nin bölgesel çıkarları Saddam’ın daha bir süre Irak’ın başında kalmasını gerekli kılıyordu. Böylece iki stratejik hedefe ulaşıldı:

1. Saddam tehdidi nedeniyle Körfez’deki siyasi ve askeri varlığını sürdürdü, güçlendirdi.

2. Türkiye sınırına kaçan kürtleri bahane edip, Kuzey Irak’daki kürtleri Saddam’ın kontrolü dışına çıkardı. “Kürdistan” binasına ilk tuğla böylece konulmuş oldu.

Kuzey Irak’ın güvenliği İncirlik’de konuşlu ABD, İngiliz ve Fransız hava kuvvetleri tarafından sağlandı.

Baba Bush, bu düzenlemeye razı olması için Turgut Özal’ı kolayca ikna etti.

Oysa, tarihsel geçmiş gösteriyordu ki, Kürtler, içinde yaşadıkları devletlerin merkezi otoritesinin dışına ne zaman çıkarılsa, bütün bölgede huzursuzluklar oluyordu.

Böylece, o tarihe kadar başta Almanya’nın uyguladığı politikalarla olgunlaştırılan, ancak yine de büyük ölçüde “Türkiye’nin kendi iç meselesi” olarak algılanan Kürt konusu, olmaması gerektiği şekilde uluslararasılaştırıldı.

Kuzey Irak’ın Saddam’ın denetimi dışında tutulması için sürdürülen İncirlik merkezli operasyonlara (Çekiç Güç, Huzur Harekâtı, Kuzeyden Keşif) TBMM altı ayda bir onay verdi.

2003 Mart’ında Irak işgal edilip Saddam devrilince, ABD’nin onay almaya da, Türkiye’ye de ihtiyacı kalmadı.

AKP’NİN İKTİDARA GELMESİ

Barzani ile ilişkileri ısıttı. O kadar ısıttı ki, bu gelişmeden ABD bile rahatsız oldu. Mezhepçi politikalarla merkezi Irak hükümeti dışlandı.

2009 Habur rezaleti ile inkıtaya uğrayan “süreç”, 2011 seçimlerinden sonra hızlanarak devam etti. Güneydoğu’da devlet eğemenliği adım adım PKK’ya devredildi.

İkinci kritik dönüm noktası AKP’nin iktidara getirilmesi (2002)

 Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinin Irak’ın işgaline ve dolayısıyla Kürdistan projesine yol vermeyeceğinin belli olması üzerine, Kemal Derviş durup dururken erken seçim lâfını ortaya attı. Nedendir açıklanmadı, Devlet Bahçeli de hemen razı oldu. Kasım 2002 seçimlerinde daha bir önceki yıl kurulmuş olan AKP yüzde 34 ile iktidara geldi. ANAP, DYP ve MHP yüzde 9 oranında oylarla TBMM’ye giremedi. Uzan’ın Genç Partisi yüzde 7 oranında oy almasaydı, gireceklerdi ve AKP tek başına hükümet olamayacaktı. Seçimlerde sınırsız para harcayan bu Genç Parti’nin nereden çıktığı ve o kadar parayı nereden bulduğu sorgulanmadı.

Irak tümüyle ABD’nin denetimine geçince, PKK’nın palazlanmasının da yolu açıldı.

TSK’nın Irak’ın Kuzeyindeki terör yuvalarına en küçük bir müdahalesine izin vermeyen ABD bizi güya terör karşıtı lâflarla ve istihbarat desteği aldatmacasıyla oyaladı. Daha doğrusu, meşruiyetini dışarıya dayandıran ve Batının her dediğini yerine getiren AKP hükümeti oyalandırılmaya çanak tuttu.

 1999’da, Suriye’deki varlığı tasfiye edilen PKK böylece 2003 yılında ABD’nin kanatları altında Kuzey Irak’da karargâh kurdu.

O zamana kadar TSK’nın PKK’ya, Bağdat ile mevcut “sıcak takip” anlaşması uyarınca karadan ve havadan vurduğu darbeler sürdürülemedi. Zira, ABD izin vermedi.

SİLİVRİ DAVALARI VE AÇILIM

 Üçüncü kritik dönüm noktası Silivri davaları

 Artık açık şekilde belli oldu ki, bu davalar, TSK’nın, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik mimarisinin oluşturulmasının tümüyle dışına çıkarılmasıydı. Başarıldı. Böylece, ipler tamamen AKP hükümetinin ve ABD’nin eline geçmiş oldu. Oysa, bütün demokratik ülkelerde silahlı kuvvetler özellikle dış  politikanın ve güvenlik politikasının oluşturulmasında merkezi rol oynarlar.

Dördüncü kritik dönüm noktası “açılım” süreci

Silivri davaları ile eş zamanlı olarak, AKP hükümetinin PKK ile müzakerelere başladığı ortaya çıktı (Oslo görüşmeleri). Kendine yönelik terörizm ile dünyanın her yerinde mücadele edilmesi gerektiğini savunan ABD, PKK ile müzakereleri memnuniyetle karşıladı. Aynı dönemde, AKP ABD’nin telkin ve teşviki ile daha önce “aşiret reisi” diye küçümsediği Barzani ile ilişkileri ısıttı. O kadar ısıttı ki, bu gelişmeden ABD bile rahatsız oldu. Mezhepçi politikalarla merkezi Irak hükümeti dışlandı.

2009 Habur rezaleti ile inkıtaya uğrayan “süreç”, 2011 seçimlerinden sonra hızlanarak devam etti. Güneydoğu’da devlet egemenliği adım adım PKK’ya devredildi.

AKP’NİN SURİYE POLİTİKASI

 Beşinci kritik dönüm noktası Suriye politikası

 “Arap Baharı”nın rüzgarına kendini kaptıran AKP, Suriye’de de alelacele yapılacak seçimlerle Müslüman kardeşlerin iktidara getirileceğini, böylece Müslüman Kardeşler’in yönettiği ülkelerin ağabeyi olacağını hesap etti.

Bir histeri krizine tutulmuş gibi, Esad’ı devirmek için ne lazımsa yaptı. Sınırlar delik deşik oldu. Dünyanın her yanından gözü dönmüş cihatcıların Suriye’ye girmeleri sağlandı. Ellerine silah, cephane verildi. Her türlü lojistik destek eksik edilmedi. Büyük ölçüde AKP politikaları yüzünden Suriye’de yüz binlerce insan öldü.

AKP’nin yaptığı mezhepçi hesap tutmadı. Tutması da zaten mümkün değildi. Rusya ve İran’ın Esad rejiminin devrilmesine izin vermeyecekleri o histeri krizi içinde hesap edilemedi.

IŞİD ile mücadeleye ve İran ile nükleer müzakerelere öncelik veren ve dolayısıyla İran’ı rahatsız edecek hamlelerden kaçınan ABD de, Esad’ın devrilmesini öncelikli gündem olmaktan çıkardı. AKP yalnız başına kaldı.

O dönem içinde Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli sığınmacı girdi.  Yarattıkları sosyal ve ekonomik sorunları bir kanera bırakalım, sığınmacılarla birlikte gözü dönmüş cihatçılar, Suriye rejiminin muhaberatçıları, her ülkenin casusları Türkiye’ye doluştu.

Terör örgütleri ülke içinde birbirleriyle çatışmaya başladı. Büyük şehirlerde kalaşnikov silahlarla cinayetler işlenir oldu.

Devlet, ülkenin bir kısmında, egemenlik hakkını kullanmaktan kaçınır duruma geldi.

Ülke, bölünmenin ve bir kıvılcımla kargaşalara savrulmanın eşiğini getirildi.

SONUÇ

AKP hükümeti kendi başına karar alıp uygulama yeteneğini hemen hemen tümüyle yitirmiş durumdadır.

ABD’nin, Almanya başta olmak üzere AB’nin, İran’ın ve PKK’nın elinde hükümeti ve mensuplarını Türkiye içinde ve uluslararası alanda çok zor durumda bırakacak malzeme birikmiştir. Hükümet bu sayılanların rehini halindedir.

Türkiye’nin ulusal güvenliği yaşayan bellek içinde hiç bu kadar tehlike içinde kalmamıştır.

Yani AKP’nin bizzat kendisi bir ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir.