16 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 10°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ülkü Tamer'in hatıralarıyla Türk edebiyatına yolculuk

Damla Yazıcı

Damla Yazıcı

Eski Yazar

A+ A-

“Nuh’un gemisi gibiydi Ülkü Tamer’in ilk şiirleri: kalabalık, şenlikli, her türlü imgenin erkeğini ve dişisini barındıran, terzilerle, dülgerlerle, tilkilerle, kirpilerle, sansarla ve her şeyle dolu. Hayatın, ölümün ve her şeyin amatörüydü Ülkü Tamer bu şiirlerde. Serpen, yığan bir çalışma içindeydi”- Cemal Süreya (1976)

Ülkü Tamer'in hatıralarıyla Türk edebiyatına yolculuk - Resim : 1

Garip Akımı'ndan sonra şiirde deprem etkisi yaratan İkinci Yeni kuşağının izleri bugünün şiirinde dahi kendini gösterir. “Bireyci ve içe yönelik” şiir anlayışının bu yenilikçi hamleleri edebiyat dünyasında büyük isimlerin oklarına maruz kalır. Attila İlhan, Memet Fuad, Asım Bezirci toplumsal çalkantılardan gitgide uzaklaşan şair tavrı ve şiir içeriğini yeren cümleler kurarlar. Şiirin tepesinde sürekli dönen tartışma bulutu, anlaşılması güç bu türün üzerine çok yağmur bırakacaktır. Özellikle şiirin İkinci Yeni gibi daha imgesel, kapalı ve soyut araçlarla inşa edildiği bir yerde... Ancak Edip Cansever’in bir şairler akımı olmadığını belirttiği İkinci Yeni’nin bir şiir akımı yarattığı ortadadır. Bağımsız da olsa ortak bir şiir ruhunu okura ulaştırabilen bu şairlerin yaşam izlekleri onların şiirine dair önemli ipuçları verir bize. Bu nedenledir ki İkinci Yeni şiirinin yaşayan şairlerinden Ülkü Tamer’in anılarını topladığı “Yaşamak Hatırlamaktır” kitabını ele aldığımızda yazarın “yaşamı ve şiiri” ekseninde hem dönemsel bir tanıklığa uzanır hem de Tamer şiirinin beslendiği kaynaklara ulaşırız.

ÇOK YÖNLÜ ÜRETKENLİK

Şairliğinin yanı sıra yazar, çevirmen, tiyatro oyuncusu, yayıncı kimlikleriyle bilinen Tamer, aynı zamanda Sabah, Radikal ve Milliyet gibi birçok gazetede köşe yazarlığı yapar. Milliyet Yayınlarını, Milliyet Çocuk, Milliyet Sanat Dergisi ve Sanat Olayı Dergisi’ni yönetir. Sanatçı, onlarca şiir, öykü, deneme, anı, antoloji gibi eserleri Türk edebiyatına kazandırırken yetmişi aşkın çeviri kitabıyla da Batı edebiyatının Türk edebiyatı içerisinde tanınmasına öncülük eden isimlerden biri olmuştur. Gaziantep’te geçirilen çocukluk dönemi sonrası Robert Koleji’ndeki eğitim hayatı sayesinde Batı’yı ve Batı edebiyatını çok iyi tanıyan sanatçı bu iki kültürün verimliliğini şiirine yansıtmayı başarır. Film ve futbol tutkusu da onun yaşamının vazgeçilmez parçalarıdır. “Yaşamak Hatırlamaktır” Ülkü Tamer’in yaşamının temellerini oluşturan yer yer hüzünlü yer yer komik anılarının, yazarın insani yönünün yine yazarın duru anlatımıyla kağıda dökülmesinden oluşuyor.

Kimler yok ki bu anılarda: Onat Kutlar, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Orhan Kemal, Yaşar Nabi Nayır, Memet Fuad, Cemal Süreya, Muzaffer Buyrukçu… Ülkü Tamer’in her biriyle dostluk-kardeşlik ilişkisi kurduğu onlarca isim ve kitapların ardındaki yaşamdan Ülkü Tamer’e kalan unutulmaz görüntüler. Antep’in taş sokaklarından Robert Kolej’in hababam sınıfı tadındaki koridorlarına uzanan, edebiyatın ve tiyatronun yaşamın can damarı olduğu yıllar... İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nden ziyade fakülte kantininden mezun olunan yıllar… Şöyle anlatıyor Ülkü Tamer o yılları: “1958 yılı güzü. Hukuk Fakültesi'ne gidiyordum. Daha doğrusu, Hukuk Fakültesi kantinine. Girdiğim ilk dersi on beş dakika kadar izledikten sonra aklım başıma gelmiş, kendi kendime, 'hukukçu olmayacaksın; burada ne işin var?' diye sormuş, amfinin arka kapısından sıvışarak kapağı kantine atmıştım. Onat Kutlar 'insan önce Hukuk Fakültesi kantininden mezun olur, sonra da Hukuk Fakültesi'nden mezun olur' derdi. Ben de kantine devam edenler arasında yerimi almıştım. Sabahları Onat, Ferit Öngören, Raif Ertem, Demir Özlü, Ergin Ertem koca bir masanın çevresinde toplanır edebiyat sohbetlerine dalardık. Zaman zaman Edebiyat Fakültesi kantininden Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Doğan Hızlan da ziyaretimize gelirdi.”

60’lı yıllarda İstanbul’da sanat ve edebiyat çevresinin kıyısında dolaşan bir genç olmanın, 27 Mayıs’a tanıklık etmenin, Varlık dergisinin yolunu defalarca kez arşınlamanın hikayesi… Genç cumhuriyetin edebiyat ortamı, yenilikçiler, gelenekselciler, arayışlar, denemeler, tartışmalar, edebiyat sofraları… Kitabın bütünü düşünüldüğünde 50-60 yıllık bir Türkiye tanıklığı…

Tamer, henüz kolej yıllarında şiirlerini yazmaya ve yayımlatmaya başlar. Pazar Postası, Yelken, Yeditepe, Kaynak, A, Yeni Dergi, Sanat Olayı gibi dergilerde şiirleri yayımlanır. Ama Ülkü Tamer’i İkinci Yeni’nin temsilcilerinden saymamıza neden olan şey, akım öncülerinin toplayıcı dergisi olan Papirüs’ü Cemal Süreya ile birlikte yayımlamasıdır. Papirüs’ün eski bir halının satılması ile başlayan hikayesini Ülkü Tamer Aydınlık Kitap’ta 5 Eylül 2014 tarihli yazısında şöyle anlatır:

“Cağaloğlu'nda Eser Han'da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir-iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok. Bir gün Edip (Cansever) geldi. Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. 'Bu iyi bir şeye benziyor,' dedi. Kapalıçarşı'da ortağı Jak'la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. 'Jak'a söyleyeyim, gelip baksın,' dedi. Yarım saat sonra Jak damladı. Halıya baktı. 'Siz bunun üstüne basıyor musunuz?' diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elinde 2000 lira. Uzattı: 'Halının parası.' Hayır, ilk sayının parası! Cemal, 'Halıya teşekkür ilânı koyalım dergiye,' dedi.”

"Duygu ve düşünce arasında eriyen" özgün imgeleri ile okuyucunun gözünde çarpıcı görüntüler oluşturmayı başaran ve kısa sürede okur tarafından kabul gören şair, gerek şiirlerinde gerek diğer edebi eserlerinde daima incelikten ve yenilikten yana tavır sergiler. Ülkü Tamer, bu yönüyle İkinci Yeni’nin en özgün şairlerinden biri olarak anılmayı hak eder.

İkinci Yeni içsel duygulara yönelik bir şiir yapısı kursa da şairler süreç içerisinde şiirlerini farklı yönelimlerle zenginleştirirler. Turgut Uyar’ın 1952’de yayımlanan “Türkiyem” şiirlerini, Cemal Süreya’nın “555K”sını ya da Ülkü Tamer’in “Memikoğlan”ını nereye koyacağız? Ülkü Tamer’in şiiri kendi imge dünyası etrafında şekilleniyor, simgeci anlayışı ve çağrışımı esas alıyor olsa da dünyadan, sorunlardan, yaşamdan da kopuk değildir. “Konuşma” şiiri buna önemli bir örnek teşkil eder:

“aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,

üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;

ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”

İnce bir alay ve ironi taşıyan, alışılmışın dışında bir üslupla kaleme alınan bu dizeler daha sonra politik bir sohbette Ülkü Tamer’in karşısına çıkacaktır:

“Hayatımın en büyük ‘iltifat’ını beni hiç tanımayan, benim de hiç tanımadığım bir adamdan aldım. Yıllar önce Bodrum’da Hurşit, Pamili, ben, Yalıkahve’de oturmuş, politikadan söz ediyorduk. Hurşit’in bir tanıdığı geldi masamıza. Oturdu, sohbete katıldı. Bir politikacıyı eleştiriyordum. Adam, ‘Beyefendi,’ dedi, ‘siz bilmezsiniz ünlü bir söz vardır: ‘Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten’. O da öyle. Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

Hurşit gülmeye başladı. ‘Sen o sözü nereden duydun?’ dedi adama.

‘Gazetede okudum,’ dedi adam. (Bunu Fethi Naci’nin, bir yazısına başlık yaptığını anlayacaktık sonradan.)

‘Allah iyiliğini versin,’ dedi Hurşit. ‘Tereciye tere satıyorsun. Yahu, o sözün yaratıcısı Ülkü’nün kendisi. Bir şiirinde var.’”

Ülkü Tamer’in anılarından anlaşılan en önemli özelliği halkı ile kurduğu dolaysız ilişki. Türkiye’nin pek çok yerine yaptığı seyahatler üzerinden anlattığı onca anıda halkının temiz, mizahi ve hüzünlü yanlarına sarılıyor Ülkü Tamer. 1,5 yıllık yedek subaylığında öğretmen olarak Okmeydanı İlkokulu'nda yetiştirdiği çocuklarla yaşadıkları ise belki de bu sevginin en önemli yanını gösteriyor bize. Anlıyoruz ki Ülkü Tamer’in şiirindeki ince mizah da, çocuksuluk da, toplumcu ve halkçı duruş da buradan besleniyor. Bu nedenledir ki, toplumsal sorunları kaleme aldığı “Üşür Ölüm Bile, Gül Dikeni, Memik Oğlan, Güneş Topla Benim İçin, Bu Toprakta Kalır Adın” gibi şiirleri sadece sayfalara değil müziğe de yazılıyor. Hepimizin Zülfü Livaneli’nin sesinden ezbere bildiğimiz Güneş Topla Benim İçin şarkısının hikayesi de kitapta yer alıyor ve bunun üzerine Tamer şöyle diyor:

“Karacaoğlan'ın 'çiçek topla', Yunus Emre’nin de 'selam olsun' dizelerinden yola çıkarak Güneş Topla Benim İçin'le Selam Olsun'u yazdım. İkisinin de, Karacaoğlan’ın Yunus’un yazdıklarıyla ilgisi yoktu. Olsun. Kitabımda bunları yayımlarken, birini Karacaoğlan’a, birini Yunus’a adadım. Boynumun borcu.”

Ülkü Tamer'in hatıralarıyla Türk edebiyatına yolculuk - Resim : 2

Edebiyatla, sanatla, tiyatroyla şiirle dolu bir yaşam yoksul bir kenarmahalle okulunda bir öğrencinin getirdiği simidi gözyaşları içinde yedirtiyor Ülkü Tamer’e, ama aynı zamanda bu yoksul sınıfa giren sinema yıldızı Yılmaz Güney’e bakan ışıl ışıl gözlerin mutluluğuyla gülümsetiyor da. Halkının içinde varolan “bireyci” şairleri dahi aradığımız şu günlerde bir futbol maçı düşünün, Altunizade’de toprak bir saha. Bir takımın kaptanı Haldun Taner, diğerininki Orhan Kemal. Konuk oyuncu Bedri Koraman, hakem Halit Kıvanç. Santrafor Ülkü Tamer. Edebiyatçılar Keşanlılar’a karşı. “Yürüyün Fazıl’ın aslanları!”(yani Dağlarca’nın) sloganı eşliğinde bir maç… Bu maçı izlemek ne kadar keyifli olurduysa Ülkü Tamer’in üzeri tozlanmayacak anılarını okumak işte o kadar keyifli.

Bu maç 8 Haziran 1964 tarihinde oynandı ve Ülkü Tamer’in beyanıyla o gün Orhan Kemal öyle bir penaltı golü attı ki, Lefter’in, Metin’in, İstanbulsporlu İbrahim’in penaltıları Orhan Kemal’in attığı penaltının yanında sönük kalır. Ve not: Maçı Edebiyatçılar kazandı.

ÜLKÜ TAMER'İN ANILARINDAN EDEBİYAT MATİNELERİ

1950’lerin sonunda edebiyat matinelerinin yıldızı Özdemir Asaf’tı. Sahneye adımını attığı anda kıyamet kopardı, salon alkıştan inlerdi. Özdemir Ağabey, mikrofonun başına geçer, sessizce dinleyicileri süzmeye başlardı. Kahkahalar, alkışlar. Konuşacakmış gibi ağzını açardı Özdemir Ağabey, bir şey söylemez, susardı. Kahkahalar, alkışlar. Sonra başlardı şiir:“Sana gitme demiyoğum- ama gitme Lavinia…” Ya da: “Bütün ğenkleğ aynı hızla kiğleniyoğdu…”

Özdemir Ağabey Eminönü Halk Evi salonunda bir edebiyat matinesinde umulmadık bir şey yaptı. Bir İskandinav öyküsünün çevirisini okumaya başlamıştı. Dinleyiciler, bunun ardından bir “komiklik” geleceğini sanıp gülmeye başladılar. Gelmedi. Özdemir Ağabey uzun mu uzun öyküyü okumayı sürdürdü. Mırıltılar, homurtulara, homurtular yuhalamaya dönüştü. Ama “Lavinia” şairi yılmadı, öyküyü sonuna kadar okudu.

Bir başka yıldız daha vardı: Attila İlhan. Boyun atkısını arkaya atar, gözlerini kısarak son derece “dramatik” bir biçimde, kollarını sallayarak “Pia”yı, “Sisler Bulvarı”nı, “Üçüncü Şahsın Şiiri”ni okurdu.

Öykülerle sıkılanlar, Attila İlhan’ın adı söylendiğinde hemen dirilirlerdi.

İlgi uyandıran bir başka şair Asaf Halet Çelebi, mikrofonu bırakır, sahnede bir aşağı bir yukarı dolaşarak “Mariyya”sını mırıldanırdı. Arada bir durur, fotoğrafını çeken gazetecilere “çekmeyiiin, kendimi sirkte vahşi aslan gibi hissediyoruum” der, sonra şiirini okumayı sürdürürdü.

Öyküler sıkıcı gelirdi dinleyicilere. Sait Faik bile, utangaç utangaç okuduğu o kısacık, o vurucu öyküleriyle hak ettiği alkışı alamazdı.

Neredeyse her hafta bir yerde edebiyat matinesi düzenlenirdi. Behçet Necatigil yakınırdı: “Yahu, her gün bir yerde okuyoruz. Müzeyyen Senar’ı geçtik.”