Ulusal çıkarlar nerede?
“Birleşik Krallığın sürekli dost ve düşmanları yoktur. Birleşik Krallığın sürekli çıkarları vardır.” Bu sözler, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış İngilizlerin ünlü devlet adamı Lord Palmerston (1784-1865)’a aittir. İngiltere yıllar boyunca bu sözlerle uyumlu olarak dış politikasını belirlemiştir. Bu sayede neredeyse sürekli olarak kazanmıştır.
MİLLİ TARİH BİLİNCİ OLMAZSA...
Ulusların çıkarının nerede olduğunu tespit etmek bir sanattır. Sadece bilgi yetmez! Aynı zamanda güçlü sezgilerin yanında, geniş bir vizyon da gerektirir. Jeopolitik, strateji ve siyaset üçgeni içinde doğru yolu bulma yeteneği zorunludur. Ufkun ötesini görebilmek, diğer bir ifade ile geleceği doğruya yakın kestirmek gerekir. Milli bir tarih bilinci ve ulusal onur duygusu olmadan bu alana girenler genellikle hüsrana uğrar. Yabancıların peşine takılarak hiçbir milli çıkar alanı savunulamaz! Politikacı ile devlet adamı arasındaki fark işte tam da buradadır. Atatürk’ten sonra Türk dış politikası tam bir çıkmaza girdi. Dış politikanın temel parametrelerinin belirlenmesinde daha çok sert esen küresel rüzgârlar rol oynadı.
SAVAŞ SONRASI DIŞ POLİTİKA
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ve NATO’ya entegrasyon süreci zaten kolu kanadı kırılan Türk dış politikasını daha da kimliksiz bir hale getirdi. Batı’yı kutsamak, SSCB ve komünizme karşı çıkmak dışında elle tutulabilecek bir politika geliştirilemedi! Türkiye Batı’nın ileri karakolu durumuna düşürüldü. Nükleer silahlar yerleştirilerek SSCB’nin ilk hedefi haline getirildi. Türk Donanması Karadeniz’e sürüldü. Ege ve Doğu Akdeniz’in anahtarı Yunanistan’a teslim edildi. Türkiye, Kıbrıs’taki Yunan/Rum mezalimini kabule zorlandı. İçeride NATO’nun operasyon ekibi olan Gladyo kilit bir konuma getirildi.
SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA DIŞ POLİTİKA
Sovyetler Birliği 1991’de çöktü. Tek kutuplu yeni bir dünya kuruldu. Ama kraldan çok kralcı olan Türk dış politikası kendisini galipler arasında görüyordu. Çünkü NATO sürecinde bütün doğal dengeleri bozulmuştu. Yaratıcılığı ve esnekliğini kaybetmişti. Durumu sağlıklı olarak analiz edecek kadrolar bir kenara atılmıştı. Soğuk Savaş dengesinin bittiğini, sıranın kendisine geldiğini bir türlü anlamak istemedi. Aslında Türkiye örtülü olarak hedefe konulmuştu. Etnik politikalar, mikro milliyetçilik, mezhepçilik yeniden yükselirken, Batı bütün bunları insan hakları ve yeni dönemin değerleri olarak pazarlıyordu. Diğer taraftan terörizm ABD ve NATO’nun bir politika enstrümanı haline gelmişti. Terör örgütlerine hayat verenler, “teröre karşı küresel savaş (global war on terror)” sloganı ile dünyayı uyutuyordu. PKK ise terör örgütü olarak damgalanmasına rağmen örtülü olarak korunup kollanıyordu.
DEVLET ADAMI ÇIKARAMIYORUZ
Günümüzde, ne yazık ki Türk siyasetinin en büyük sorunu budur. Türk siyaseti ulusal çıkar alanlarını net olarak görebilen devlet adamı yetiştirme konusunda son kerte yetersizdir. Çünkü siyaset ulusal kaynaklardan pay almak ve bu payı yandaşlarına dağıtmak üzere organize olmuştur. Bu nedenle milli meselelerde sürekli patinaj yapmaktadır. Bazen bir hafta içinde bir milli meselede üç farklı demeç verilmektedir. Stratejik çıkar alanları ne siyasi partilerin ne de basının öncelikli gündem maddeleri arasındadır. Dış politika konusunda yetkinlik toplumun değerlendirme kriterlerinin dışındadır. Ulusal konular bir gerginlik ya da kriz döneminde saman alevi gibi gündeme gelmekte, kısa süre içinde gündemden düşürülmektedir.
GÜNÜMÜZDE DURUM
Geleneksel Türk siyaseti doğal büyüme ve gelişme alanları itibarıyla maalesef kasaba tipi politikacıları öne çıkarmaktadır. Çünkü ulusal çıkar alanları konusunda yetenekli olanların kendilerine doğal gelişme alanı bulma imkânı yoktur. Toplum daha ziyade iş, sadaka, ihale gibi vaatlerde bulunan politikacıların önünü açmaktadır. Yetenekli olanlar ancak parti önderlerinin izin verdiği ölçüde toplumsal bir kabul görmektedir. Mevcut durum itibarıyla bu durumun düzeltilme şansı pek bulunmamaktadır. Milli meselelerdeki tehlikeli alanlardan birisi de partilerdeki lider sultasıdır. Bu nedenle siyasi partilerde ulusal çıkar alanlarında “doğal, kendiliğinden ve koruyucu” bir politika oluşturmak sanıldığından çok daha zordur. Millete mal edilemeyen stratejik çıkar alanlarını savunmak büyük bir mücadeleyi zorunlu kılar. Türk siyaset sahnesine baktığımızda, güncel dalgalanmalardan etkilenmeden dış politikada sağlıklı ve tutarlı analiz yapabilen yegâne lider olarak Dr. Doğu Perinçek’i görüyoruz. Uluslararası meseleler günümüz Türkiye’sinde ulusal meselelerin önündedir. Bu gerçeği görebilenler “devlet adamı” sıfatını hak ederler.