Ulusal direnişte Milli Merkezin rolü -(TAMAMI)
Gazi Mustafa Kemal’in Sine-i millete dönüşünü, ulusal direniş hareketini, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden önce Amasya’da kafasında şekillendirdiği düşüncelerle hazırladığı bilinmektedir. (8 Temmuz-11 Eylül 1919) “64 gün, O’nun Anadolu’da kurulmuş olan bölgesel amaçlı örgütlerin ulusal amaçlar doğrultusunda birleşmesi için harcadığı çabaları içeren dönemdir. Bu da Gazi’nin toplanması daha önce kararlaştırılmış olan Erzurum kongresine damgasını vurması ve Amasya kararları çerçevesinde toplanmasını öngördüğü Sivas Kongresi sonunda sağlanabilmişti. Kemal Atatürk’ün öz yaşamını, düşünce yapısını, öncüsü olduğu devrimin özelliklerini ve ilkelerini, Kurtuluş Savaşı’nı sanırım daha sonra yazmak gerekecek.
O tarihi günlerde tıpkı bu tarihi günlerde olduğu gibi siyasal kuruluşları bir araya getirmeyi öngören milli kongreler dönemi 29 Kasım 1918’de başlamıştı. Kars, Anadolu ve Trakya’da birbiri ardına toplanan bu kongrelerin içinde en önemli olan Sivas Kongresidir. O kongrede Müdafaa-i Hukuk ve Müdafaa-i Milliye dernekleri birleşerek sonradan CHP olacaktır. Bütün bu kongrelerin amacı milli direnişi ayağa kaldırmak ve düşmanı ülkeden def etmektir. Tıpkı şimdi Milli Merkezcilerin yaptığı gibi.
Başbakan telaşlı
Çok uzun yıllar sonra, bundan iki yıl önce milli kongreler adıyla yeniden bir demokratik direniş başlatıldı. Direniş, yakın zaman önce Milli Merkez adını aldı sloganını da “Atatürk’te birleşmek” olarak belirledi.
Atatürk’te birleşmek harekatının Sayın Başbakanı bu derece telaşa, şiddete ve hiddete sevk etmesi hiç kuşku yok ki, onun ve yandaşlarının ciddi kuşkularından ileri geliyor. Hele grup kürsüsünden “bütün milliyetçilikleri ayağımızın altına almış bir iktidarız” sözünü söyledikten sonra. Dünkü yazıda sözünü ettiğimiz endişe globalizmin asıl babası sayılan Nelson Rocofeller isimli petrol kralının 1956’da yazdığı mektupta önerdiklerinin yıllar sonra gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Kapitalist dünyanın Ağa babası Rocofeller ve İngiliz Rochıld’ın Türkiye için düşündüklerinin nedeninin Atatürk milliyetçiliği olduğu sanırım açığa çıkıyor.
Kapitalizmin en kahredici olanı şu sıralarda globalizm adı altında: “Globalizm, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan bir sistemin adıdır.” ( 25. Genelkurmay başkanı Büyükanıt’ın Harp akademilerindeki konuşması)
‘Yurtta barış dünyada barış’
Gerçekten öyle olmadı mı? Bir taraftan iktidarın pembe tablolarının altında halka yutturulan yalancı ekonomik veri ve söylemler, giderek fakirleşen halk. Diğer taraftan komşumuz Suriye ile aramızda çıkacağı kurgulanan bir çatışmanın bize nelere mal olacağını, ya da 3. dünya savaşının Ortadoğu’da ve Türkiye’de başlayabileceği endişeleri. Başta Suudiler olmak üzere İslam dünyasının bu savaşı çıkarmaya pek de hevesli olmadığı bilinmektedir. Zira bu savaşı Suriye’nin ya da İran ve İsrail’in değil bölgenin jandarması konumuna getirilen TSK’nın üstlenebileceği aşikar değilse, o halde Türkiye’ye konuşlandırılan füzesavarların atış yönü neden İran’a çevrilmiştir?
İşte tüm bunlardan ötürü Devletin ve Cumhuriyet rejiminin tehlikede olduğu şu sıralarda partiler üstü bir milli birlikteliğin ya da Prof. Yalçın Küçük’ün deyimiyle “”Heyet-i temsiliyenin” (ortak demokratik direnişin) kurulması gerekmez miydi?
Kimse korkmamalı bu kuruluşun katılımcıları Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” dış politikasını benimsemişlerdir ve tüm ülkelerini savunmak üzere yurdun dört tarafına yayılmışlardır.