Uluslararası sistem
Önce CNN İnternational ve onun yerli versiyonları “Katil, diktatör, kimyasal silah kullandı, haremi de var” türünden haberler yapmaya başlıyorlar.
Sonra kardeşim, majestelerinin gizli servisine bağlı Beyaz Baretliler denilen grup gidiyor olay yerine ve ellerine bir hortum alarak korkunç kimyasal silahlara maruz kalmış zavallı insanları su ile temizliyorlar, böylece insanlığa karşı işlenen suçlar ortaya çıkıyor.
Sonra büyük bir hızla BM genel kurulu toplantıya çağrılıyor ve bakanlar, devlet başkanları ellerindeki şişelere konulmuş kimyasal silah kanıtlarıyla “Ahanda burada, yalan söylüyorsak, mesih çarpsın” diye koca koca adamları ve kadınları savaşa ikna ediyorlar.
Arkasından, F-16’lar, ağır bombardıman uçakları havadan, CIA eliyle kurulan at hırsızı kılıklı vekil örgütler karadan harıl harıl demokrasi taşıyorlar. Gece gündüz demeden, yaşlı çocuk ayırmadan kemiklerine kadar işliyorlar demokrasiyi.
Ve hedef ülke bütün çok uluslu dev şirketlerin beslenme alanına dönüşen bir kan deryası olduğunda;
balistik demokrasi insanlığın yerini alıp, kardeş kardeşi boğazlamaya, ahali yarı çıplak doğduğu topraklardan kaçmaya başladığında uluslararası toplum, insani yardıma çağırılıyor.
James Jeffrey’in, Rusya-Türkiye anlaşmasıyla bozulduğunu söylediği “Uluslararası sistem” tam olarak böyle çalışıyor işte...
Ve çok daha önce bozulması gerekiyordu.
MERAKIMDIR
Merak denilince aklıma hemen kediler gelir.
Putin-Erdoğan zirvesiyle ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri de, bu zamana kadar izlenen politikanın yanlış olduğuydu. HTŞ’nin, “ılımlılardan” ayrıştırılmasının mümkün olamayacağı, silahlarının toplanamayacağı, M-4 ve M-5 karayollarının güvenliğinin sağlanamayacağı, bizzat HTŞ’nin bu ateşkese uymayacağını açıklamasıyla ortaya çıktı. Sonra gözlem noktalarımızın bu karayollarının kuzeyine çekilmesinin kabul edilmesiyle, bu konudaki ısrarın da yanlışlığı belgeye bağlandı.
Cumhurbaşkanı’nın bu durumu kavrayışı da şu sözlerle ifade buldu: “Böylece Müslümanın Müslümanla böyle bir savaşı yapması da bitmiş olur...” Cumhurbaşkanı bunun sebebini de kavramıştı: “Rusya ile olan ilişkilerimiz hiçbir şeye benzemez. Bir taraftan savunma sanayiinde attığımız adımlar, bir taraftan nükleer enerjide attığımız adımlar, bir taraftan Türk Akımı konusunda attığımız adımlar, bir diğer taraftan turizmde attığımız adımlar... İkili ilişkilerimizin geldiği bu noktalarda bir de üçüncü ülkelerde beraber atabileceğimiz adımların planlamasını yaptığımız dönemi yaşıyoruz. Yani onun için de herhalde bir yerden şöyle kara kediler girmiş olabilir” dedi. Bir gazetecinin bu “kara kedi” İsrail olabilir mi? sorusuna da “Yok. O kadar zayıf değil” şeklinde yanıt verdi.
Açıkça ABD diyordu, ya da hükümetteki ABD yanlıları. Dokuz canlı gibiler, Türk ordusuna kumpastan, 15 Temmuz’a, komşularımıza düşmanlıktan, PKK açılımlarına her yerde ABD çizgisini savundular, kurdukları bütün senaryolar çöktü, ama onlar hala ortalığı karıştırmaya devam ediyor.
O halde sormalıyım, hükümeti İdlib bataklığına saplamak için en olmadık politikaları üreten, “Emevi camiinde namaz” lobisi...
Sahadan, gerçeklerden ve en ufak mantıktan kopuk bir şekilde “Fırat’ın bir tarafını ABD ile diğer tarafını Rusya ile konuşabiliriz” formülünü üreten SETA ahalisi...
Ve hala hükümetin içinde ve yakın çevresinde bulunan ABD yanlısı Davutoğlu bagajı taşıyıcıları, aynı konumda kalmaya devam edecekler mi? Yarın da bugüne kadar yaptıkları Zihni Sinir politikalarından üretip Cumhurbaşkanı’nın önüne koymaya devam edecekler mi?
Sahi, ne olacak bu kediciklere?
ALIŞKANLIKLAR
Putin ve Erdoğan zirvesinden kaçınılmaz olarak anlaşma çıkınca...
Ortalık karıştı kardeşim...
Cumhuriyet’e konuşan bir emekli general, aynı James Jeffrey gibi Suriye ile Türkiye arasında çatışma kehaneti yaparken, muhalif ekranın afili sunucusu anlaşmadan sonraki mutsuzluğunu anlatmıştı Twitter’dan. Eski haber sunucusu Kraliçe Katarina’nın resmine takılmıştı, Ruslar bize mesaj veriyormuş; Meclis’te kimi vekiller, Erdoğan’ın Putin’e “Nazik kabulünüz için teşekkür ederiz” demesine bozulmuştu. Pempe popolu solcunun teki, NATO’dan ve Batı’dan aldığımız medeniyeti kaybedeceğimizden endişeliydi. Hatta daha anlaşmanın ilan edildiği saatlerde botokslu sordu konuğuna, “Olur da bu anlaşma yürümezse Amerika tekrar gelir mi?” Hep bir umutları vardı.
Daha bir gün önce, “Haydi Şam’a gidelim” tayfasında ise dönüş telaşı vardı, savaş tamtamları çalanlar anlaşmadan sonra, “Hah işte, bizim de istediğimiz buydu” demeye başlamıştı.
80 öncesinin ülkücüleri ne güzel Rusya düşmanlığına devam ediyorlardı, nereden çıktı bu anlaşma şimdi, “Ama bakın görün güvenilmez bu Ruslara, kesin çatışmalar çıkacak” diyorlardı.
Sigara içmek gibi, kimse alışkanlığından vazgeçemiyor, sırf bu yüzden durumu nesnel olarak okumayı başaramıyorlardı.
James Jeffrey’in “Bu anlaşma yürümez, kesin çatışma çıkacak” tavrını, ya da Soros’un, Rusya’ya karşı Türkiye’ye yardım çağrısı yaptığı fitne çabasını anlıyorum, ama bu bizim alışkanlık kurbanlarını anlayamıyorum bir türlü. Bacağı kopan bile bir süre sonra bacağı ile ilgili alışkanlıklarını bırakabiliyor, ama bunlar... Solcuysa her şeye muhalefet etme, ülkücüyse her durumda Rus düşmanlığı yapma, iktidara yakınsa her durumda alkışlama alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemiyorlar.
Gözlerinde, cam yerine teneke takılı bir gözlük gibi duran bu alışkanlıkları yüzünden nesnel durumu göremiyor ve anlayamıyorlar. Onlara kızmıyorum artık, haklarında son kararım bu, ama rica ediyorum ahaliye kılavuzluk etmeyi bıraksınlar...