Umut katili
Mahallenin sevilmeyen amcası ve teyzesi oturup düşünmüşler. Bu gençlerin oyunu nasıl alırız diye. Sonunda parlak bir fikir gelmiş.
Motorcu kılığına girelim demişler. Hemen girişip gerekli giysileri almışlar ve mahallede fiyakalı fiyakalı dolaşmaya başlamışlar. Rastladıklar gençlere de “Naber Corc” diye seslenmişler. Motorları yokmuş, kullanmayı da bilmezlermiş, maksat poz olsun…
Oy filan gelmemiş tabii. Ama yıllar boyu bu hikaye mahallede anlatılmış, kahkahalar eşliğinde.
KILIÇDAROĞLU VE AKŞENER’İN TVİTLERİ
Uydurdum, fakat durum çok da farklı değil. Netflix tartışmasında Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun tvitlerini düşünürseniz…
Bu platformlar yeni çıktı. Eskiden sadece Hollywood’u bilirdik. Emperyalist kültürün ana yayılma kaynağı orasıydı. Şimdi çeşitlendi.
Araç aynı, film ve dizilerle giriyorlar zihinlere. Fakat Netflix daha bütünsel bir görüntü veriyor. Hollywood’da tali kalsa da çelişmeler vardı. Çok az sayıda iz bırakan film sayılabilir. Oliver Stone gibi örnekler de olurdu. Çok zaaflıydı elbette. Stone’un filmleri ABD politikalarını eleştirir, haksız bulur. Ama haklı olanı göremezsiniz. Sürü halinde ölen Vietkong savaşçıları gölgeler halinde geçerler. O filmleri izledikten sonra Ho Şi Minh’ten haberiniz olmaz.
Gerçi Netflix’te de mallar çeşitli. Üstünlüğü, avlama yeteneğinin çok artmış olması. Birini izleyeyim dediğinizde diğerine, ondan öbürüne takılma olasılığı güçlü.
KARANLIK GELECEK
Dönem farkı da var. Hollywood, yine de bir umut vaat ediyordu. Nazizmin yenildiği ve insanlığın rahat bir nefes aldığı bir dünyada Amerikan usülü de olsa bir gelecek vardı.
Sonra sonra emperyalizm doğal akıbetine yaklaştıkça, filmlerdeki umut yerini karanlık bir geleceğe, uygarlığın yok olduğu bir dünyaya bıraktı.
Netflix, tam da bu ortamda icat edildi. İzlediğim birkaç örnekten ve yazılıp çizilenlerden anladığım şu: Bunlar umut katili. Kendileri umutsuz, bize de bunu dayatıyorlar.
Platformun analizini burada keseyim. Teori dergimiz, Temmuz sayısında konuyu enine boyuna inceleyen bir kapakla çıktı. Zamanlaması mükemmel.
ÖZGÜRLÜK YANILSAMASI
Asıl konumuz ise sınırlama konulmasına karşı çıkanlar.
En yaygın tez, “paralı değil mi kardeşim, isteyen izler, istemeyen izlemez” şeklinde. Paralı olmasının istekle ilgisini kuramıyoruz. Dolayısıyla tez “isteyen izler” diye sadeleştirilebilir.
Öyle olmuyor. Bir kez seçenek sorunumuz var. Ulusal sinemamız, Çin ve İran başta olmak üzere dünya sineması bir seçenek ama yetersiz. Oralarda da emperyalist ideolojinin yoğun etkisi bulunuyor.
Daha önemlisi sermaye gücünün yarattığı cazibe sorunu. Özellikle gençler, henüz hayatı az tanıyanlar o çekiciliğe kolayca kapılıyorlar. Dünyayı orada yansıtılandan ibaret sanıyorlar.
Kapitalist özgürlük ideolojisi daha ilk doğduğunda sorunluydu. Sermaye sahibinin dayatmalarını kabul etmek zorunda olan kitlelerin özgürlüğü!
Şimdi özgürlük değil tam bir bağımlılık söz konusu. Bir tür uyuşturucu bağımlılığı gibi.
Devlet nasıl ki sınırları, toplumsal düzeni koruyorsa emperyalist kültüre karşı önlem almak da görevi. Tek eleştiri bugüne kadar niye korumadın diyerek olur.
LGBT HEVESİNİN KAYNAĞI
Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in gözü öylesine kararmış ki, bütün bu gerçekleri bir kenara bırakabiliyorlar. “Bak gördün mü, diktatör” diyorlar. Cumhurbaşkanı’nı devirelim derken gerçek diktatörün emrine giriyorlar. Siyasette böyleydi, konu kültür olunca yine böyle. Türkiye’yi LGBT’yle yönetmeyi planlıyorlar. Anlaşılan çok Netflix izlemişler.
Yine de Türkiye’ye karşı Netflix’i, emperyalist kültürü savunmak bütün yapılanlara tüy dikiyor.