Ünal bey, Sabri kaç kilo verse yeter?
2011'de paraşütle koltuğa indirildiğinde, yapacağı görevden bîhaberdi. Onun için Galatasaray, ticari bir işletmeydi ve kendisi ticaretin de işletmeciliğin de uzmanıydı.
Tablo vahim fakat iş çocuk oyuncağıydı, spordan anlamak gerekmiyordu, danışmanlık diye bir müessese vardı, bilinmeyenler öğrenilir, iyi profesyonellerle çalışılır mesele hallolurdu. Zaten ötesi, yönetim ve finans rutinleriyle gözü kapalı yapılacak işlerdi. Ha enerji sektörü, ha yiyecek, ha spor, detay değişse de, kurallar değişmezdi.
İşi dizayn edenler, yanını ve altını isabetli tercihlerle tahkim ettiler. Ancak esas destek, Cemaat-Hükümet koalisyonundan, 3 Temmuz'da geldi. Yolu, umulmadık biçimde açılmıştı. Artık, "köpeksiz köyde değneksiz gezeceklerini" düşünüyordu ama öyle olmadı. 3 Temmuz, Fenerbahçe'yi öyle kenetledi ki, şampiyonluk son maçın son düdüğüne kadar yenecek bir gol uzaklığında oldu.
Bir yandan da işi öğreniyor, en önemli rakibi için içerde-dışarıda 5.Kol faaliyetleri yürütüyordu.
HİKMETİ KENDİSİNDE GÖRÜNCE
Çalışabileceği en iyi hocayla çalışmanın ve uygun konjonktürün ödülüydü, futbolda peş peşe gelen 2 şampiyonluk. Ama o, hikmeti kendisinde gördü. Artık tamamen "olduğuna" emin olunca da düğmeye bastı. Yönetimdeki temizlik yetmedi, "Bizi liseye kadar okutur, üniversiteyi değil" diyerek hocanın da ipini çekti.
Kaliteye, markaya, zenginliğe, güzelliğe tutkundu. Sadece "seçkin" değil, "seçkinci"ydi de, insan seçiyordu! Etrafında, alt kültürden kimseyi görmek istemiyordu. İşinin ehli de olsa, şöhreti de, çok parası da olsa, kişisel standardına uymayanlara tahammülü yoktu. Ona göre, Galatasaray bir aristokratlar kulübüydü ve öyle kalmalıydı. Ateşe oturup, yanmıyorum diyecek kadar, zor durumları kolaymış gibi yansıtmanın, çivi çiviyi söker yaklaşımıyla da borçtan korkmadan, "büyük" yatırımlarla geliri artırmanın peşine düştü. Tam bir kumardı oynadığı. Bu mantıkla, futbolunu bitirmiş Drogba'lar getirildi büyük maaşlarla... Nice yenilmezi yerle bir eden "ego" canavarı, onu da teslim almış görünüyordu.
BAŞKAN MI, PERFORMANS UZMANI MI?
Futboldan anlamadığı gerçeğini, tamamen unutmuştu. Kariyerini, marka değerini, pahalı oluşunu, havasını, tavrını, sohbetini, giyimini hatta milliyetini sevdiği İtalyanlar'ın peşine düşüyordu hoca olarak getirmek için. Fena halde snob bir kişilik olan ilk İtalyan'dan boyunun ölçüsünü aldığı halde, ikincisine yönelmekte sakınca görmemişti. Üstelik, kariyerinin son halkasında, "hüsran" yazan birisiydi bu kez tercih ettiği.
O, artık 2011'deki insan değildi. Bizden biri olmuştu tamamen. Bu arada borç gırtlağa dayanmış, tarihe 2.Ribery olarak geçen Hajroviç'in, kuş olup uçması gibi skandallar, sıradanlıkla yaşanır hale gelmişti kulüpte. Öte yandan, "iş bilirliği" ve "nezaketi" sürüyor, başbakanın vizyon toplantısında boy gösteriyordu.
Tahammül edemediklerinden birisi olduğu söylenen, takım kaptanı Sabri'nin ipini çekmeye karar veriyor, ancak "tetikçi" olarak 3 günlük yeni teknik direktörü kullanıyordu. Dedik ya, bizden biriydi artık.
Nitekim, ancak bizlerin söyleyebileceği bir açıklama yaptı, hocanın kararıyla(!) gönderilen Sabri için: "Sabri, kilo verip eski enerjisini kazanırsa belki Prandelli Sabri'yi geri isteyebilir." O, yurdumuzun her yanında gördüğümüz, dört dörtlük kulüp başkanlarından biri olup çıkmıştı.
NEO-OSMANLISPOR!..
Alzheimer hastası gibiler... 500-600 yıl öncesini hatırlıyorlar da, 50-60 yıl öncesi silinmiş adeta... Köprüye isim mi koyulacak, 1500'ler geliyor akıllarına: "Yavuz Sultan Selim" olsun... Yola ad mı lazım, hadiii 1071'e: "Malazgirt Bulvarı"... Kent girişini zevksiz-gereksiz süslerle mi donatacaklar, yetiş Selçuklu mimarisi...
Ama rant kokusu alınca burunları, cayır cayır yakıyorlar o Osmanlı eserlerini konaklarını, yalılarını, elbirliğiyle... Para, aşkı yeniyor bunlarda; zaten gerçekte aşk-maşk da yok, altı boş bunların, yalan-dolan hepsi!
Neo-Osmanlı / Yeni Osmanlı kafası... Ya da, Cumhuriyet düşmanı kafa... Heykel yıktıran, sanata tüküren, tiyatro kapatan, basılmamış kitaba el koyan kafa... Türkiye'ye mâl olmuş 40 küsur yıllık semt kulübünü hileyle ele geçirip, adını değiştirerek başka bir semte mâl eden utanmaz kafa... Aynı zamanda da inkarcı kafa... Utanıyorlar ki inkar ediyorlar: "Biz öyle değiliz! Yalan! İftira!" E, yaptıklarınız ortada...
Köksüz, taraftarsız, semtsiz, aidiyetsiz Ankaraspor -ki Gökçekgiller'in oyuncağıdır malumunuz- adını değiştirecekmiş. Yeni isim bulunmuş: Osmanlıspor! Amblemini de eski Türkçe yapsalar bari...
Plastik suratına yapıştırdığı sırıtışıyla tanıdığımız lama, yalakalığını üst boyuta
taşımak, ustasının gönlünde mutena bir yer edinmek ve karşıtlarını kaşımak için yapıyor olabilir mi bunu?