Uruk’tan BRICS’e kayan medeniyet eşikleri ve Türk aydını
Mülkiye’nin, yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin, hakikaten Mülkiye olduğu yıllardaydık. Türkiye’nin hemen her alanda yetiştirdiği en yetkin profesörler dersimize gelirdi. Aklımıza şimdilerde ilk gelenlerden, özellikle İlber Ortaylı, Sina Akşin, Bilsay Kuruç, Türker Alkan, Türkkaya Ataöv, Mümtaz Soysal, Alaaddin Şenel, Korkut Boratav, Taner Timur, Şevket Pamuk derslerde çok etkiliydiler. Tarih, maliye ve ekonominin her türlüsündeki ilgimizi onlar sayesinde kazandık belli ki.
Mülkiye’nin bir başka parlak hocası da, o zamanlar Aydınlıkçılığı ile bilinen ve arada bir özel sohbetine de gittiğimiz Halil Berktay idi. İktisat Tarihi derslerinde bize sürekli “Eşikler Teorisi” adı altında bir iktisat teorisi anlatırdı. İnsanlığın ilk günlerinden başlayıp, Sümerlerden bu yana medeniyetlerin nasıl ortaya çıktığı ve nasıl değişik bölgelere kayışlar yaptığından bahsederdi. O günlerde, yani 1970’lerin son günlerindeki siyasi atmosfer içinde, doğrudan Marksist ve anti-emperyalist olan bu tahliller bizlere çok yararlı olmuştu elbette.
SÜMER’DEN BRİCS’E MEDENİYET MACERALARI
Bu teoriyi ve teoriyi bize anlatan Halil Berktay hocayı neden hatırladık, anlatalım. Gerçekten de insanlığın ilk medeniyetinin; Mezapotamya vadisinde, Dicle ve Fırat arasındaki sulak vadilerde ortaya çıktığı konusunda hemen herkes hemfikir. Başkenti Irak’taki Uruk olan Sümerlerin üzerine, aynı dönemde Batı Hindistan’ın İndus vadisinde gelişen Harappa ve Mohenjo Daro medeniyetlerini de eklerseniz, bu ilk uygarlık macerası tamamlanmış görünür.
Sümerlerin uygarlık şansı bir süre sonra sona erecektir ve Mısır’da ortaya çıkacaktır yeni medeniyet. Yani medeniyetin eşiği, Mısır’a kaymış olacaktır. Bu kayıştan sonra eski medeniyet beşiği, binbir türlü sorunlar içinde unutulup gidecektir.
Mısır’da yeniden ortaya çıkan uygarlık, en parlak dönemlerinden sonra sönecek, ve yeni bir eşik kaymasıyla uygarlık Yunan’a geçecektir. Mısır’da bugün en fazla turist çeken piramitler, Ramsesler, saraylar da, gelecek kuşaklara medeniyetin Mısır eşiğini bize hatırlatmak üzere öylesine kalıp duracaktır. Yani bir bakıma, Mısır medeniyeti, tarih içindeki varlığını insanlığa ispat etmek konusunda, Sümerlerden daha iyi davranmıştır. Elbette bunun sebepleri vardır ve buradaki konumuz o değildir.
AKDENİZİN KARŞI YAKASINA KAYAN EŞİK
Antik Yunan, Sümer ve Mısır’dan devraldığı uygarlık uğraşısını, özellikle de Ege denizi kıyılarda ve Akdeniz’in sıcak limanlarından Karadenizin karanlık sularına kadar geliştirecektir. Şimdilerde hep duyduğumuz Sparta, Atina, Solon, Truva, Agamemnon, Plato, Sokrates gibi isimler de bu yeni medeniyet eşiğinin büyük isimleri olarak tarihte yerlerini alacaklardır.
Ama tarihin ve evrenin kanunları, medeniyetin aynı yerde öyle yüzyıllarca kalması şansını kimselere bağışlamadığı için, Yunanlılar da tarih sahnesine girdikleri gibi çıkmak zorunda kalmışlardır. Çünkü bu defa uygarlığın eşiği, tekrar Mezopotamyadan geldiği yere doğru yön alacak ve İran platosunun üzerinde yeni bir yüksekliğe ulaşacaktır. O upuzun ve kıvırcık simsiyah sakalları ile resmedilen Darius, Cyrus, Xerkes ve muazzam sarayları ile Persepolis, Pasargadae, Susa, Ekbatan gibi imparatorluk şehirleri, Pers medeniyetinin şahitleri olarak hala durmaktadırlar.
Perslerin medeniyet balayıları da, sadece üç yüzyıl kadar sürecektir ve aynen kendisinden önceki medeniyet beşikleri gibi, Batı’ya kayan eşiğin kurbanı olacaktır. Büyük İskenderin kısacık süren ara döneminden hemen sonra ise, Batı’da ortaya çıkan ve Akdeniz havzasını bir kapalı göl haline getiren Roma İmparatorluğu, medeniyetin yeni beşiği olarak bu kayan eşikten nasibini alacaktır.
ROMA BATIYDI, BİZANS İSE DOĞU
Roma’nın medeniyete katkıları elbette Mısır ve Sümerden de daha fazla görünür haldedir. Çünkü onlardan binlerce sene daha genç bir medeniyettir ve teknoloji daha uzun yaşayan yapılara fırsat verecektir bu dönemde. Sezar, Ağustos, Marcus Antonius gibi isimler ve Efes, Afrodisias, Phaselis gibi imparatorluk şehirleri, Türklerin en iyi bildikleri uygarlık merkezleri olarak ortaya çıkabilmişlerdir. Ama Batı Roma sadece 400 sene, Doğu’daki parçası olan Bizans ise iyisiyle kötüsüyle bin sene daha yaşayabilmiştir. Zaten Batı Roma’nın 476’da yıkılması ile, medeniyetin eşiği tekrar Doğu’ya kaymış ve Konstantinopol, yani bizim İstanbul, bir Doğu şehri olarak bu yeni eşiğin temsilcisi haline gelmiştir. Bu arada İslam’ın yükselmesi ve Roma’nın tüm topraklarını ele geçirmesi medeniyet eşiğinin yeniden Doğu’ya geçmesine yeni bir ek sebep olacaktır.
Ama tarih ve evren, Batı’dan kaynaklanıp Doğu’da hüküm süren Bizans’a bile 7. Yüzyıldan sonra medeniyet kredisini geri çekmiş ve 1453’ten sonra da medeniyet eşiğinin tamamiyle Doğu’ya kayması ile Türklerin ve İslam’ın Akdeniz ve Orta Doğu ile Orta Asya’ya yeni bir medeniyet iletmesine sebep olmuştur. Bu dönemden arda kalan ise, İbn Haldun, İbn Sina, Fatih, Muhteşem Süleyman gibi isimler ile İstanbul, Bağdat, Alhambra, Kordoba, Buhara, Semerkand gibi medeniyet beşikleri olacaktır.
KAN, KÖLECİLİK VE ZULÜM ÜZERİNDE YÜKSELEN AVRUPA MEDENİYETİ
Kristof Kolomb’u ve Avrupa’nın kolonyalizmi ile köleciliğini herkes bilir. Bu sayede, medeniyetin eşiği biraz da zorlanarak Avrupa’ya kaydırılmış ve o zamana kadar görülmemiş metodlarla, kan ve zulüm üzerinde Avrupa medeniyeti yükseltilmiştir. Ama artık bu eşiklerin süresi de giderek kısalmaktadır. “Topraklarında Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu” bile, 20. yüzyılın ortasında, iki Dünya Savaşı kazanmasına rağmen, minicik bir ada devleti olarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır bugün. Onun yerine memnuniyetle geçen ABD emperyalizmi ise, sadece yüz sene bile sürmeyen bir imparatorluk iddiası sonunda, yolun bittiği bir noktada görünmektedir.
Batı medeniyetinin altından kayan yeni eşik, artık Doğu’ya doğru geçmektedir, hemen her gün. Sadece son 20 seneye sığdırılmış bir muazzam sürat ile, Avrasya medeniyeti, ekonomisi ve kültürü ile, daha şimdiden dünyanın her köşesine damgasını vurmaktadır. Sadece BRİCS+ ile ilgili haberlere bir göz atmak yeter. Her sabah, BRİCS ve bağlantılı örgütlenmelerin yeni bir atılımı olduğunu görebilirsiniz. Yani medeniyetlerin eşiğinin yeni durağı, Avrasya ve Doğu’dur ve bu daha şimdiden garantilenmiştir.
‘HOCANIN DEDİĞİNİ YAP, YAPTIĞINI YAPMA’ MI?
Gelelim bizim Halil Berktay hocamıza. Size çok kısa olarak özetini vermeye çalıştığımız “Eşikler Teorisi”nin dünya tarihine uygulanmasını, biz Halil hocamızdan öğrenmiştik ve çok da memnun olmuştuk. Son 40 senelik siyasi hayatımızda, bize gelecek hakkında umut besleten ve güneşin Doğu’dan yeniden yükseleceğine olan inancımızı perçinleyen bir teori idi bu “Eşikler Teorisi”.
Ama bize bunları öğreten Hocamız, yeni eşiğin Batı’dan Doğu’ya kayıyor olmasını bir türlü görememiş olmalı ki, bize öğrettiklerinin tersi bir şekilde Batı’ya çakılıp kalmıştır. Türkiye’nin siyasi arenasında kendisinin sürekli olarak Batı’nın tezlerini savunması ve bir “Batı Think Tank’ına” dönüşmüş olması, kaderin garip bir cilvesi olmalı herhalde diye düşünmekteyiz. Aslında Türk aydınının büyük çoğunluğu, Halil Hocamız ile aynı kategoride sayılmalıdır. Yani anlattıkları bir alem, yaptıkları bir başka. Belki de ataların çok haklı bir şekilde dedikleri gibi; “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma!”