Utanç
Derneğe erken saatte gelmiştik o gün. Böyle zamanlarda hızla, çay, simit ve peynirden ibaret, kaçamak bir kahvaltı tertip ederiz. Çok severim, hep çok keyifli ve neşeli geçer. O gün, on engelli vatandaşın tekerlekli sandalye ihtiyacını karşılamak ve ayrıca bu vatandaşları bağışçıları ile tanıştırmak üzere erken gelmiştik. Bağış yapanlar tekerlekli sandalyelerin kime verildiğini görmek istiyordu. Belli ki evrak tatmin etmemişti onları. Olabilir ama, böyle günlerden geriye iç sıkıcı, tatsız anılar kalır.
Dernekte üç kişi idik, hazırlıklarımızı yapmış sandalyeleri alacak engellileri ve bağışçıları bekliyorduk. Engelli ve aileleri belediyenin tahsis ettiği bir otobüsle gelip derneğin önünde durdular. Genç, yaşlı, çocuk on tane engelli ve bir o kadarda ailesi olmak üzere ağır ağır otobüsten inerken o kadar dikkatli ve naif davranışlar sergiliyorlardı ki seyreden herkes mutlak bir sessizliğe büründü, sadece yardım etmek isteyenlerin telaşlı patırtıları duyuldu. Kalabalığın bu durumu engellilerin içini daha bir yakıyor diye düşünmüştüm, çünkü görünen “zavallılıkları” bir kat daha artıyordu. Ama öte yandan onlar minnet dolu bakışlarıyla, içten teşekkürler sunuyorlardı bu iyi insanlara.
SOSYAL DEVLETİN GÖREVİ
Sosyal bir devlet görevlerini yerine getirmeyince, ihtiyaç sahibi vatandaş, ki devletin vatandaşın ihtiyacını karşılamaktan öte bir varoluş amacı olmamalıdır bana göre, bizimki gibi derneklerden medet umar. Bu da dernekleri asli amaçlarının ve olanaklarının dışında işler yapmaya zorlar. Yapmak zorunda bırakıldıklarımız, yapmak zorunda olduklarımızın önüne geçince zorunda bırakıldıklarımızın mahkûmu olabiliyoruz. Bu da böyle bir şey. Böyle olunca ne asli işimizi ne de öbür işi layıkıyla yapabiliyoruz, bu durumdan da en çok ihtiyaç sahipleri mağdur oluyor maalesef.
Engelli dostlarımla aramızda ilginç bir bağ var. Kendim de engelli olduğum ve yüzlerce engelli kardeşimle temas halinde olduğum için herhalde, bir engelli kardeşimin, çeşitli durumlarda yüz hatlarının gösterdiği reflekslerden ve bakışlarındaki değişimlerden görünenin altında aslında ne yaşadığını anlayabildiğimi sanıyorum. O gün de yirmi beş yaşlarındaki Anıl’ın, annesinin sırtında otobüsten indirilirken, gözlerindeki derin hüznü dudaklarındaki zoraki gülücükle kapatmaya çalıştığını bir ben gördüm sanırım. Çünkü diğer herkes, bağışçılar, gönüllüler, engelliler otobüsten indirilirken, engellilerin minnet dolu bakışlarının altındaki derin utanç ve mahcubiyetten bihaber, bir ucube gösterisindeymiş gibi yaşadıkları anın tadını çıkarıyor gibi görünüyor, Anıl ise gösterinin tadını kaçırmamak için “neşeli” maskesini takınmaya çalışıyordu.
Tekerlekli sandalyeler bir sıra halinde dizildi ve engelli vatandaşlar kucaklarda taşınarak sandalyelere oturtuldular. Tekerlekli sandalyeler teslim edilirken boy boy resimler çekildi ve anında sosyal medyanın bütün mecralarına servis edildi. Hepimiz büyük bir iş başarmanın vicdan rahatlığı ile birbirimizi kutladık. Bağışçılarımız bu gösteriden çok memnun kalmış, engellilerin gözleriyle şahadet ettikleri perişanlığı vicdanlarına merhem olmuş, ferahlatmıştı onları. Bana bol bol teşekkür ettiler, yaptığım işin ne kadar önemli olduğunu sürekli tekrarladılar ve böyle devam etmem gerektiğini söylemeyi de ihmal etmediler.
SANDALYEYE KAVUŞMAK İÇİN
Tören bitti, herkes dağılırken birkaç anne benimle özel olarak görüşmek istediğini söyledi. Birkaç dakika önce sakin, minnet dolu davranışlar sergileyen annelerin yüzünde şimdi hayal kırıklığı ve öfkeden başka bir şey okunmuyordu. Derken annelerden biri “bizi neden buraya getirdiniz, çocuklarımızın gururuyla nasıl oynarsınız” diye ağlamaklı haykırdı. Haklıydı o da biliyordu ki, çocuklarını buraya getirmedikleri takdirde sandalyelerine kavuşmaları mümkün değildi.