Uygarlığın ortası 4: Dört yüz yıl erken doğan güneş
“Her engelin bir geçidi vardır. Dağları yarıp geçecek kuvvet,
bağrında Kaşgarlı Mahmut’lar yetiştiren o büyük milletin
büyük birikimindedir.” Doğu Perinçek
Doğu Perinçek’le bilgi/ bilim/bilgeli ya da Türk /Türklük /Türkçe sohbetleri birden kanat açar ve sizi yeni buluşlara yönlendirir. Yine Divanü Lügat-it Türk’ten söz ederken bu tarihsel andacın öneminin Türk dilinin sınırlarını aşan değerini dile getirirken de kanat açacak gibi heyecanlanıyor. Bir görüşmemizde, anıt sözlüğün sayfaları arasında nasıl mutlu olduğunu, nasıl gecelerce sabahladığını ve hiç kımıldamadan nasıl Divanü Lügat-it Türk ile doyumsuz yolculuklara çıktığını anlatmıştı. Ortaya konulan büyük çözümleri işaret eden özlü yapıtları, Türk milletinin karşılaştığı çıkmazları aşmak içindir. Bilimcilerin dile getirdiği her buluş sonrasındaki mutluluğu, büyük ülkeler ele geçiren fatihlerin zafer coşkusundan daha az değildir.
Türkçeye karşı beslenen böylesi büyük sevgiyi, böylesi candan bağlılığı bir de Fazıl Hüsnü Dağlarca’da gördüm. Dağlarca’yla yakın zamanda yaptığım söyleşide (Yazı tarihi 2005. Dağlarca 91 Yaşında, HH.) Türkçe sevgisini şöyle imgeledi: “Doksan yaşımı devirdim, ama Türkçe yazmaya doyamadım, hep yazdım. Diyorum ki, öldükten sonra da çıkarsam elimi gömütümün üstüne, yazsam yazsam!” Türkçenin büyük değeri şairin bu tutkulu sözüyle ne kadar güzel ifade ediliyordu.
KAŞKARLI DÜNYAYA 400 YIL ERKEN GELMİŞ
Dil atamız Kaşgarlı Mahmut’un bin yıl öncesinden gelen ve bin yıllar ötesine kalacak büyük eserinin Avrupa’daki benzerlerine göre dört yüzyıl erken gelişini, büyük dil ataya olan sevgisiyle Perinçek, bu dil bilincini şöyle dile getiriyor: “Tadını aldığınız zaman göreceksiniz, Kaşgarlı Mahmut’u kana kana okumak, büyük bir mutluluktur. Türkçemizin derinliklerine ineceksiniz, evrenleşen büyük olanaklarını keşfedeceksiniz ve milletinizin büyüklüğüne ve uygarlık birikimine güveneceksiniz.” (...)
Kaşgarlı’nın büyüklüğünden duyduğu gururu, “Demek ki, Kaşgarlı Mahmut, dünyaya dört yüzyıl erken gelmiş,” imgesiyle dillendirirken, bu yüce duygunun kaynağına, bilimin gerçeklerini yerleştirmekte geç kalmıyor: “8-15. yüzyılın Türk, Arap ve İran coğrafyasına baktığınız zaman, bilim, teknoloji ve ticaret o denli gelişmiştir ki, kapitalizme önce orada yaşayan toplumlar sıçrayacakmış gibi gözükürler.” (...)
Perinçek, bu nedenle zamanına uymayan, onun çok ötesinde duran Divanü Lügat-it Türk’ü anakronik olarak değerlendiriyor ve Yunanca anakronik sözcüğünün yerine kendisi şaşzaman sözcüğünü öneriyor. Yeni sözcüğün yerine oturduğunu, büyük bir olasılıkla benimsenip dilimize yerleşeceğini düşünüyor ve şimdiden “Dilimize hoş geldin şaşzaman” diyorum.
TURFAN’DAKİ UYGARLIK HARİKASI: KARIZ KANALLARI
Bilim ve Ütopya dergisinin kapağına taşıdığı “Turfan bölgesindeki uygarlık harikası Karız kanalları” Perinçek’in, tarihe bakıştaki bilgi ve teorik birikiminin ürünüdür. Perinçek, tarihe nesnel bakışın kendisine verdiği özgüvenle, gelişmeleri “Türklük” adına peşinen yorumlama gibi idealist bir kaygıya düşmez. O, önce maddeyi incelemekte, sonra özneyi aramaktadır. Uygur Bölgesi’ndeki yeraltı su kanalları öyle her “kültür”ün inşa edeceği cinsten değildir. Çağına göre çok yüksek bir teknoloji ve bilgi birikimi gerektirmektedir. İşte bu birikim Orta Asya insanında fazlasıyla mevcuttur ve Orta Asya binlerce yıldan beri Türk dilli halkların ana yurdudur.
“Tanrı dağlarının eteklerindeki ve yeraltı kaynaklarındaki suyu çölün altından geçen toplam 5 bin kilometrelik bir yeraltı kanalları ağıyla yerleşim alanlarına taşıyor. Karız kanalları, Çinliler tarafından Çin Seddi’yle eşdeğerde bir uygarlık harikası olarak kabul ediliyor. İnşasına MÖ 200’lerde başlanan ve insan yaratıcılığının doruklarından biri olan Karız, Orta Asya uygarlığının önemini kanıtlıyor. Ne var ki, Batılı ve Türk tarihçilerinin yazdıkları eserlerde Karız olgusuna rastlanamıyor.” (...)
BATI’DAN DAYATILAN TÜRKÇÜLÜK
Yazar, yerli tarihçilerin de Türk tarihine Avrupamerkezci baktığından, en çok da Türkçü olanların, daha Avrupamerkezci olduğundan yakınıyor: “Çünkü onlar Türkçülüğü, Avrupa’nın tanımladığı, sınırladığı ve görmek istediği gibi anlamışlardır. Türkçülüğün içeriği, onlara Batı’dan dayatılmıştır. Türkçülükleri, daha çok eski Türk kavimlerinin cengaverliğine methiyelerle sınırlıdır. Hatta o cengaverliğin arkasındaki devlet ve ordu örgütlenmesini ve ekonomik temeli bile araştırma ve açıklama eğiliminde değillerdir. Bu nedenle cengaverlik Türke, uygarlık ise, Batı’ya bırakılmıştır. Bu paylaşımın kökeni de aslında Batı’dır. Türkçülerimiz, istedikleri kadar aksini söylesinler, yazdıkları ortadadır; milliyetçilikleri bile Avrupa ırkçılığının bir türevidir. Asya’nın birlikte yaşama kültürünü hiç anlamamışlardır.” (...)
(“ORTA ASYA TÜRK SENFONİSİ” İLE DEVAM EDECEK)