26 Kasım 2024 Salı
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Uygarlık ve insanın özü (TAMAMI)

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-

SEMİH KORAY

Uygarlık ve insanın özü

Bir toplumsal sistem, insanın özünü geliştirdiği ölçüde ilerici; insanı, dünya üstündeki diğer canlı türlerinin kendiliğinden varoluşuna yaklaştırdığı ölçüde gericidir. “Uygarlığın geleceği nerede?” sorusunun yanıtını bu şaşmaz ölçüte göre vermek her zaman doğru sonuç verir.

Özelleştirmenin özü

1990'lı yıllarda, “küreselleşme” bazıları tarafından yer çekiminden bile daha karşı konulmaz bir yasa muamelesi görürken, devletçiliği savunmak herkesin kârı değildi. Özelleştirme, sadece kamu iktisadi teşekküllerinin mirasyedi hovardalığıyla satılışını değil, Gelişen Dünya'nın milli devletlerini kendi ulusal pazarlarını tasarımlamalarına olanak tanıyan her türlü araçtan yoksun bırakmayı hedeflemekteydi. Her türlü kamu değeri, özelleştirme kapsamına dahil edilmişti. “Benim memurum işini bilir” denilerek rüşvet, alışverişin konusu yapılan kamu görevinin piyasada oluşan fiyatı olarak yorumlanıyor; “ulusal güvenlik” dışsatım ve dışalımı yapılabilecek bir metaya dönüştürülüyordu. Eğitim, içeriği ve fiyatı üstünde anlaşan alıcı ve satıcılar arasındaki bir etkinliğe indirgenerek, ulusun geleceğini kurmanın bir aracı olmaktan çıkarılıyordu. Hatta “ulusal egemenlik”, “ne kadarı kime ne karşılığı devredilirse kârlı bir iş yapılmış olur” sorusunun konusu haline getiriliyordu. Hedef, ulusların kendi geleceklerini kapitalist piyasaların “kendiliğindenliğine” terk etmeleriyle, kolektif tasarım ve planlama imkânlarından yoksun bırakılmasıydı.

Her bireye bir hücre

Neoklasik iktisadın temel önermesi “tam rekabet altında oluşan iktisadi dengenin verimli olduğu”dur. Ancak bu teoremin doğru olması için, çok önemli iki koşulun sağlanması gerekiyor. Birinci koşul, bütün malların “özel mal” olması, ekonomide “kamu malı” diye bir şeyin bulunmamasıdır. İkincisi de bireylerin, kendi paylarına ne düştüğünün dışında hiçbir şeye aldırmamalarıdır. Buna göre, “çağdaş birey”, dünyanın gerisi yıkılıp kendisinin İMKB'deki kâğıtlarının üç kuruş değer kazandığı durumu, dünyanın gerisinin sağ salim ayakta kalıp kendi kâğıtlarının üç kuruş değer kaybettiği duruma tercih eden kişidir. O zaman dünyanın, komşuluk ilişkisi de dahil, bu “çağdaşlığa” zarar verecek her türlü dayanışma duygusundan arındırılması gerekmektedir.

Teorem dünyaya uymuyorsa, dünyayı teoreme uydur

Aslında bu iki “koşul”un da, insanlığın henüz ölmediği bir toplumda sağlanamayacağı açıktır. Ama teorem dünyaya uymuyorsa, geriye kalan seçenek, dünyayı teoreme uydurmaya çalışmaktır. İşte “küreselleşme”, bir yönüyle dünyayı bu teoreme uydurma çabasıdır.

İnsanın özü toplumsal varlığıdır. Onu dünya üstündeki diğer canlı türlerinden ayırt eden temel özelliği ise, tasarımcılığıdır. İnsanlık, sadece kendisinin ne tükettiğine bakarak piyasanın uyartılarına beklenen tepkileri veren “yumuşakça”lara dönüşmeyi reddetmekte ve kendi geleceğini dayanışma içinde kendisinin tasarımlayacağı bir uygarlığa yönelmektedir.

[email protected]