Vahhabilik, ABD’nin aletidir
Vahabiliğin; ABD’nin, rakiplerine ve düşmanlarına karşı kullandığı bir aleti olduğunu anlamamız için Muhammed bin Selman’ın açıklamasına ihtiyacımız yoktu. Araştırmacılar ve uzmanlar biliyorlar ki Vahhabilik ve Müslüman Kardeşler hareketi İngiliz istihbaratının yardımlarıyla ortaya çıktı ve sonraları ABD istihbaratı tarafından destek gördü. Bu durum şimdi de devam ediyor.
Muhammed bin Selman’ın birkaç gün önce Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada Soğuk Savaş zamanında Suudi Arabistan Krallığı’nın Vahhabiliğin dünyaya yayılmasında oynadığı rolden bahsetti. Hatta Batı o zamanlarda Riyad’dan bu fikirler vasıtasıyla Sovyetlere karşı koymasını talep etmiş, bundan da Sovyetlerin İslami ülkelerde nüfuz sahibi olmasını engellemek amaçlanmıştı.
Bin Selman; Suudiler olarak yollarını şaştıklarını itiraf etti ve işleri yoluna geri koyacağına dair vaatte bulundu. Suudilerin; medrese ve mescidlerdeki yatırım temellerinin Soğuk Savaş zamanında atıldığının özellikle altını çizdi. Sovyetler Birliği’nin sızmasını önlemek adına Batı, Suudi A.’dan bu yöndeki yatırımlarını kullanmasını istedi.
SUÇUN İTİRAFI
Belki ilk defa bir Suudi yetkili, Vahhabilik’ten böyle bahsediyor. Açıklamasında kendine cevap olarak Vahhabiliğin bir ‘suç’ olduğunu itiraf ediyor.
Buna rağmen babası, Kral Selman, geçen seneler boyunca Şeyh Muhammed bin Abd-el-Vahhab’ı yüceltti, fikirleriyle gurur duydu ve bu fikirleri koruyacağına ant içti. Hatta Muhammed bin Selman’ın kendisi veliaht prensiyken Foreign Affairs’e Vahhabilik ile terörizm arasında bir bağlantı olmasına çok şaşırdığını ve konuyla ilgili çok derin yanlış anlamalardan ABD’lileri sorumlu tuttuğunu söylemişti. Birkaç gün önce ise Vahhabilik’le ilgisini kestiğini ve Vahhabiliği suç olarak gördüğünü ima etti. Geçmişten gelen hatanın artık hiçbir şekilde devam etmemesi gerektiğini de belirtti.
Görünen o ki Muhammed bin Selman, kamuoyunu aptal yerine koyma denemeleri olan bir dizi tarihsel yanlışlığa imza atmış:
1- Vahhabiliğin kanlı uzun geçmişini görmezden gelip tekfirci düşünme şeklini siyasete ve çıkarlara bağlayarak sadece okul kitaplarıyla özetliyor. Oysa Suudi A.’nın resmi devletinin tarihi kaynakları ve olayları; El-Kaide ve İŞİD’in izlediği yollar bunların hepsini kapsıyor.
2- Vahhabilik, Suudi A.’nın resmi felsefesidir. Tarihi yönden bakılınca Vahhabiliğin; Suudi A.’daki siyasi düzenin bir parçası olduğu görülebilir. Vahhabilik, aynı zamanda terörün meşru babasıdır.
3- Dışardaki Vahhabi menşeli terör ve aşırıcılıkla; Muhammed bin Selman’ın değer verdiği Müslüman Kardeşlerin içerdeki aşırıcılığı bu kadar basit bir şekilde ayrıştırmak mümkün olmamalıdır. Çünkü İslami aşırıcılık ile Müslüman Kardeşlik tek şeydir. Kendisinden farklı herkesi kafir gören bir düşünme şekline sahiptir. Bu fikirleri harekete geçiren önce Britanya’yadı şimdi ise ABD’dir.
4- Vahhabiliğin dışardaki yayılımının tehlikeli olduğunu itiraf etse de; Suudi A.’da, geçmişten bu yana, insanları Muhammed ibn abd-el-Vahhab’ın fikirlerine davet eden kitaplar, resmi ve resmi olmayan okullar hala var. Bazı kaynaklara göre, Vahhabiliğin dünyaya yayılması için Suudi A.’ın harcadığı para miktarı yaklaşık 87 milyar dolar!
Suudili veliaht prens Muhammed bin Selman’ın itiraf ettiği en tehlikeli şey ise Vahhabiliğin ABD tarafından stratejik bir silah olarak kullanılmasıdır. Gerektiği zaman da Suudi A.; Washington’ın isteğine göre Vahhabiliği düşman olarak görebilmektedir.
İHVAN İLE FARKI NE?
Bu da benim şu soruyu sormama yol açıyor: İbn Selman’ın, ABD’nin düşmanlarına karşı kullandığı stratejik bir silah olduğunu itiraf ettiği Vahhabilik’le; önce Afganistan sonra Bosna Hersek sonra Çeçenistan en son da Suriye için cihat çağrıları yapan Vahhabilik arasında ne fark var? Şimdi de İran için cihat çağrıları başladı. Şeyh Yusuf Karadavi gibileri Suriye için cihat çağrısı yapıp Suriye devletinin yanında yer alan vatandaşları öldürdüler- öldürülenlerden biri de büyük alim Şeyh Muhammed Said Ramadan el-Buti.
Gerçek şu ki; Vahhabilikle Müslüman Kardeşlik arasında ya da din adı altında semavi amacı dışında kullanılan fikir ne olursa olsun, bunların birbirinden hiçbir farkı yoktur. Malesef İslam, ABD’nin çıkarları doğrultusunda; masumları öldürme, devletleri ve toplumları yıkma aracına dönüştü. Canı isteyenin İslam’ı ve Kur’an’ı öldürme aracı olarak kullanmasına engel olmalıyız. Ucuz ve alçak siyasi hedefler, İslam’a ve Müslümanlar’a bir şey kazandırmaz.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) şu sözlerle özetlediği dinimizin esaslarına dönmeliyiz: “Ahlakı tamamlamak için gönderildim.’’ Bu siyasi partiyi ya da şu krallığı ya da o devleti desteklemek için geldim demedi. O yüzden İslam’ı siyasetten ayırın. Böylece munafıkların sayısı azalsın; müminlerin sayısı artsın ki güzel ahlak yayılsın, yalan ve ikiyüzlülük değil.