25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Vallahi Vazgeçmedim... Beni Siz Delirttiniz!’ Cem Karaca ile Birkaç Anı...

Ekrem Ataer

Ekrem Ataer

Gazete Yazarı

A+ A-

Çocukluğumun 70’li yıllarında kara plaklarla sesini, siyah beyaz televizyonla yüzünü gördüğüm Cem Karaca. Gökkuşağından kopup, Anadolu kilimi gibi aykırı renklerle hanelerimize akan Cem Karaca. Ülkeyi müziğiyle “bölme” potansiyeli taşıyan Cem Karaca. Kocaman gözlükleri ile hayatı gözleyen, tiyatral anlatımı ile göz kamaştıran, urbaları ile döneminde akıl almaz iddialı Cem Karaca. Şiir yazan, beste yapan, gitar çalan, şarkı söyleyen, hayata ve dünyaya dair sözü olan Cem Karaca. 70’lerin 1 Mayıs’ı, 80’lerin “Parka”sı, tamirhanelerin çırağı, Gülhane Parkı’nın “Ceviz Ağacı” Cem Karaca.
Bakırköy’de çoğu kez karşılaşıp selamlaşsak da ilk kez 90’lı yıllarda birbirimize dokunduk ve bundan çok keyif aldık. Cumhuriyet Gazetesi’ne bağlı Radyo Cumhuriyet yıllarım. Çocukluk ve gençlik yıllarımın idolü Cem Karaca konuğum olmuştu. Önceleri programıma katılmakta çekinikti, sonunda kabul etti. Haklıydı çekinmekte çünkü “First Lady”nin elini öpmüş, sola uzak iklimlere yakınlaşmış, iç dünyasına çekilmeye başlamıştı. Didik didik ediyorlardı. Bakırköy’de üç sokak aşağıda komşumdu, randevu aldım ve dikildim kapıya, elimde bir demet çiçek. Tebessüm ve heyecanla karşıladı beni. Loş bir salon, duvarlar tıklım tıklım resim, şiir, fotoğraf, anılar, anılar... Toto teyze muzip muzip gülümsüyor, Mehmet Karaca geleneksel aile yapımızdaki “baba” rolü ile, yumuşacık ama dirâyetli bir ifade ile fotoğraflardaki yerlerini almış bile.
Masanın üzerinde bir gitar, köşede kocaman bir berjer koltuk, üzerinde şarâbi renkte bir örtü.

‘Vallahi Vazgeçmedim... Beni Siz Delirttiniz!’ Cem Karaca ile Birkaç Anı... - Resim : 1

- Cem bey.
Diye lafa giriyorum hemen kesiyor;

- Bey falan yok Cem abi’yim ben. Hem biz seninle meslektaşız, yok öyle resmiyet falan. “Amca” deme bozuşuruz Cem abi!

Gülüşüyoruz.

O günden sonra çok daha yakın tanıdım Cem ve içindeki “Karaca”yı. Yüreğinde zarif, ürkek, ama cesaretli ve risk taşıyan bir gazal taşıyordu sanki. Azdı, özeldi ve dolayısıyla seveni olduğu kadar bühtân edeni de çoktu. Onlarla ama! onlardan farklıydı; düşündüklerini, şüphelerini, tahminlerini dahi yürek açıklığı ile paylaşırdı. Paylaşırdı paylaşmasına da bu yürek açıklığı sanat ve siyaset simsarlarına yeni bir pazar oluşturmuştu.
Radyo Cumhuriyet’teki söyleşimizde önce tedirgindi. Sustum ve yalnızca onu dinledim, döktü içini, özgürce. Doğru ya da yanlış, uzun uzun anlattı içindeki Cem Karaca’yı, aşklarını, şarkılarını, şiirlerini, Türkiye’yi, Dünya’yı. Bu arada canlı telefon bağlantılarının kıvamı değişmeye başladı ve telefon almayı durdurdum. Öfkeli bir yığın radyoyu kilitlemişti. Stüdyodan bir çıktık ki ortalık kıyamet yeri gibi, Radyo Müdürü Ümit Zileli de şaşkın. Düşünce özgürlüğünü, demokrasiyi kıble eylediğini söyleyen takım neredeyse radyoyu basacaklarmış da zor kurtulmuşuz.
2000’li yıllara kadar birçok kez görüştük, sıkı tartışmalar yaşadık. TRT’deki programıma çağırdığımda başka bir Cem Karaca ile yan yanaydım. Anlamaya çalıştığım kadarıyla bir metamorfoz yaşıyordu. Tasavvuf sığınacağı liman olmuştu; bu kimilerine göre kemâlat yolunun kapısı, kimilerine göre geçmişine çekilmiş bir perdeydi. Bence ikisi de değildi, o yalnızca Cem Karaca’ydı! Biraz melâmi, biraz bektâşi, biraz sûfi... Dedim ya! o yalnızca Cem Karaca’ydı!
Bu değişim neden? Diye soran yoktu. Yalnızca tahtının etrafında dolaşanlar vardı, hepsi o (!)
Program sonrasında uzun sohbetler ettik, işin gerçeği içsel değişim ve dönüşümüne ben de şaşırmıştım. Hatta biraz da tatlı tatlı atıştık. Sonra “hani ben gülü gül ile tartacaktım” diye kızdım kendime. Bozuk plak gibi takılmışım günlük manşetlere, laf yetiştiriyorum, Karaca’ya. O ki değil mi, ülke müziğine bambaşka bir nefes, renk ve heyecan katan.
2000 ortalarında birlikte Yunanistan Susurköy’e (Sosti) bir konsere gittik. Konser alanı kırk bin kişinin toplandığı ucu bucağı olmayan bir yer. Benim konserimden önce “merhaba” demek için sahne aldı ve binlerce insanla birlikte tek bir şarkı söyledi:

“Çok yorgunum
Beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın”

Gerçekten de çok yorgundu. Aslında şartların ve şarlatanların onu yormasından ziyade, gereksiz kapılarda kendini çok yormuştu. O gece yığıldık bir Rum meyhanesine ve sabahın ilk ışıklarına kadar şarkılar söyledik beraber, bağıra bağıra, yel yepelek, festivale birlikte gittiğimiz Nâim Süleymanoğlu da var. Kahkahalarla güldük, ağladık, sarıldık, kadeh kadeh, şiir şiir... Bir ara baktık ki etrafımız insan denizi. Yunan, Türk, Rum, Roman ilişivermiş soframıza ve Anadolu türkülerinde harman olmuşuz. Bir vakit sonra yaslanarak birbirimize kol kola gittik otelimize.

Peki Cem Karaca ? Kimdi ? Nasıldı ?

Benim bildiğim ve anlamaya çalıştığım kadarıyla Cem Karaca gerçekten yaşayan, gerçekten konuşan, gerçekten anlatan ve gerçekten inanan bir adamdı. Onun gerçeği bana veya bize uyar uymaz bilemem. Ama bilirim ki Cem Karaca hep şaşırtan, kıskanılan, üreten ve doymayan bir adamdı. Toto’ydu, Mehmet Karaca’ydı, “Tamirci Çırağı”, “Resimdeki Gözyaşları”mızdı. “1 Mayıs”ta bir militan, “Allah Yâr” derken sûfiydi. Ermeni’ydi, Azerbaycanlıydı, Türktü, Müslümandı... Hayatın solundaydı, tıpkı hızlıca atan ama kimi zaman tekleyen kalp gibi gerçekti. Şairdi şair olmasına da şairim demezdi. “Şiir adını vermeye cesaret edemediğim işçilikler benimkisi” der geçiştirirdi. Çoğul kalabalıkların yalnızıydı!

‘Vallahi Vazgeçmedim... Beni Siz Delirttiniz!’ Cem Karaca ile Birkaç Anı... - Resim : 2

Bir şiirinde:
“Geceler üstüme üstüme kararıyor
Nasıl tepe tırnak yalnızım”
Diyerek daha da iyi anlatıyordu içindeki Karaca’yı.
Yine bir başka dizeler yumağında:

“Ben Allah’a inanırım,
bre güzel Allah’ım
O da beni, benim onu sevdiğim
gibi sevsin”
Diyen bir dervişti.

“Kötü bir sonbahar günüymüş
Atatürk
Küfür gibi bir yel esmiş
Bilememişim.
Pek küçükmüşüm, akılsız ve
sensiz, yetim.
Şarkım boğazıma düğümlenmiş
Diyememişim”
Diyen bir Cem Karaca’ydı o.
Yaşarken kapıştırmaya gayret gösterenlere inat Barış Manço’nun ardından
“Ay Barış, canım Barış
Ak saçlı dostum benim
Sen orda şimdilik bir gurbettesin
Ben burda hazin bir hasretteyim”
diyen bir arkadaştı Cem Karaca.
Son yolculuğu öncesi

“Bir kazma ve kürek çalsın
Cenaze marşımı
İstemem çelenk falan filan
Dostlar şayet varsalar da
gelmesinler
Neme lazım, yağmurlu olur hava”
diyen bir kırgındı Cem Karaca.

Hava yağmurlu değildi ama “dostları!” son yolculuna dualarla kaldırılma isteğini tartışıp durmuşlardı o günlerde. Ne demekti duâ!
Onun bir şiiriyle bitirelim isterseniz.

“İçimdeki 68’i bir türlü
yok edemedim
Çiçekler gibiydik
Gonca gonca patlıyorduk
Topsuz, tüfeksiz ve sadece fikir
Kurşuna dizdim olmadı
İpe çektim ölmedi
Hata ve doğruysa o benimdi
VALLAHİ VAZGEÇMEDİM (!)”

Cem Karaca