Vay ‘yeni Türkiye’ çocuğu vaaayyy...
Canlı yayında ileri geri konuşan program ortağına, “Bana operasyon falan deme bir daha! Operasyonun ne olduğunu sen bilirsin!” dedi sinirle, programın moderatör denilen yöneticisi... Sıradan birisi değildi seslenen; yandaş kanalın, kanaldan da yandaş spor müdürüydü. Müdür, muhatabıyla, evine girip çıkacak kadar sıkı fıkıydı. Aynı “egemen”e, koşulsuz biat eden kankalardı aslında. 2014’ün 3 Kasım’ıydı.
“Operasyoncu”nun Türkiye sürümü, 2008 ortalarında yapılmıştı. Hatırlarsınız, ortalık toz dumandı, “Cumhuriyet’e kumpas” tam gaz devam ediyor, tutuklamalar dalga dalga geliyordu. Bizim cabbar çocuk, tam o günlerde piyasaya çıkmıştı. Yaşı 30’a değmemişti, kimse tanımıyordu onu.
Hakkında bilgi de yoktu; yıllarca -zımnen onaylayarak- yutturduğu “hukukçu” unvanı dışında... Sonra anlaşıldı ki, meçhul bir hukuk fakültesinde, birkaç gün oyalanmış... Ama o, hukuk profesörü edasıyla atıp tutuyordu haftanın her günü ekranlarda.
Emekli-muvazzaf generallerden gazetecilere, bilim insanlarına kadar herkese ağzına geleni saydırıyordu. Süzgeçten geçirmeden, avaz avaz... Diline düşene, hakaretin bini bir paraydı. Hedefine oturtacağı kişi için tek ölçütü, önceleri Atatürkçü, yurtsever olmakken, giderek iktidar muhalifi olmaya evrilmişti. Yeter şart, muhalif olmaktı.
En sık duyulan, en hafif itham, “darbeci”ydi. Bu, kâh zamirdi, kâh sıfat... 4 yıl sonra o günlere atfen, “Benle Genelkurmay Başkanları başa çıkamamış, Ümit Karan aklını başına alsın” demişti, eski bir futbolcuya gözdağı vermek isterken.
Özene bezene seçilmiş, eğitilmiş ve göreve çıkarılmıştı. Hafızası, zekâsı, algı kapasitesi açısından “görev”e uygun bulunmasının yanı sıra; İzmirli, genç, çağdaş görünümlü bir kentsoylu olması da, seçilirken artı hanesine yazılmıştı besbelli. Her ne kadar “Ben liberalim” dese de; sırtına vurulan, “İzmirli”lik ve “Ailem CHP’li” bagajıyla, İzmir’in ve CHP’nin sosyo-politik, sosyo-kültürel mirasına sık sık göz kırparak, pozisyonunu yumuşatma çabası da, usta işi ambalajlandığını gösteriyordu.
AKP ile Cemaat’in, mutlu-seviyeli bir beraberliğin ortağı olduğu günlerde, şimdi “Fethullah” diye hitap ettiği adama, her seferinde “Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi” demeye üşenmiyordu. Bugünün tu kaka “Cemaat”i, o tarihte sadece ve sadece “Hizmet Hareketi”ydi, bizim fırıldak oğlanın dilinde...
Bu “propagandist / provokatör / manipülatör” çok fonksiyonlu personel, 2 gün önce gecenin bir buçuğunda, ekranda esneyip dururken -uyku sersemliğiyle mi ne- hava kaçırmaya başladı!.. İster pervasızlıktan kaynaklanan boşboğazlık veya güç gösterisi niyetiyle, ister bir stratejinin hamlesi olarak, şunları söyledi:
“Galatasaray gömülmüştü 2011’de... 3 Temmuz olmasaydı Galatasaray bitmişti! Ben, bir Galatasaraylı olarak kayırılmasını sağladım! Evet yaptım ama son 1 yıldır yapmıyorum.”
Pes!.. Hatta, yuh!.. İşte “Yeni Türkiye” budur! Kendisini, “Galatasaraylı olmaktan önce, adaletsporlu” olarak tanımlayan bir iktidar borazanının ağzından, birinci ağızdan “Yeni Türkiye” gerçeği... Hırsızlık, rüşvet, torpil, kayırma, hile-hurda tekmili birden...
Şöyle bir düşünün; yukarıda anlatmaya çalıştığım, zırhlanmış, payelendirilmiş, görevlendirilmiş, “dokunulamaz” birisinin, herhangi bir takım lehine, imkanlarını seferber etmesi, sonuçsuz kalmış olabilir mi? Kim bilir ne dümenler döndü?..
Bu itiraf, hem adli, hem idari anlamda ihbar sayılmak zorundadır. Resen işlem yapılmalıdır! Yasak savmak için değil, ciddi ciddi... Ayrıca, bu çocuk kendi başına, manipülasyonu başlatıp sonlandıramayacağına ve kulübün o dönemdeki başkanıyla sıkı fıkı olduğu bilindiğine göre, kulüp ve yetkilileri de mercek altına alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletiyse; 3 Temmuz 2011’de zil takıp oynayan ikiyüzlülerin ve yüzsüzlerin maskesi, düşmelidir! 3 Temmuz 2015’e daha 3 ay var, süre yeter.
*Geçen haftaki yazımda; bugün ele alacağımı belirttiğim “3 Temmuz” konulu yazıyı gelecek haftaya bırakıyorum.