Yandex
22 Nisan 2025 Salı
İstanbul 15°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Vedasız vedalar

Güneş Batum

Güneş Batum

Site Yazarı

A+ A-

Henüz üniversite öğrencisiyim o yıllar.

Mimarlığı sadece bir meslek değil,

tüm yaşama uyarlanabilen bir hayat tarzı gören,

rahmetli Prof. Dr. Atilla Yücel’in dersindeyiz.

Hepimizin çok sevdiği bir hoca.

Ders biter ama hocamızın yanından zor ayrılırdık.

O gün yine öyleydi, herkes etrafında.

Çantamı toparlamış sınıfın arka kapısından çıkarken,

“Güneş seninle bir şey konuşacağım odama bi uğra” diye sesleniverdi.

Projemle ilgili ilave bir şeyler söyleyecek diye düşündüm.

Çünkü öğrencilerine ders saatleri dışında da

vakit ayıran bir akademisyendi.

Meğer bambaşka bir sebeple beni odasına çağırmış.

Büyük bir medya grubunda çıkarılacak mimarlık dergisi için

eli kalem tutan,

röportaj yapabilecek,

mimarlık öğrencisi aranıyor,

rahmetli Atilla hocam da beni öneriyordu.

Halen düşünürüm,

yazmayı sevdiğimi nereden nasıl anlamıştı diye.

İyi bir akademisyen olmasının

en önemli sebeplerinden birisi

mesleki başarısı kadar

öğrencilerini iyi analiz edebiliyor olmasından da kaynaklıydı elbette.

İşte böylece başladı benim medya serüvenim.

TASARIM KATI

Üst katta iki ufak odaydı bizim dergi için ayrılan alan.

Koca bir kat, yarısı yemekhane ama diğer yarısı adeta tasarım katı.

Çünkü salonun büyük bir kısmı

kadrosu da kalabalık olan karikatür dergi grubuna aitti.

O yıllarda gazeteler

holdinglerin adeta birer

yan kuruluşu gibi olmamış

dijital dünya bizleri bu denli

ele geçirmemiş ve

idealizm henüz tükenmemişti.

Gazeteciler arasında

o tarihlerde de siyasilere ya da

bürokratlara yakın olanlar yok değildi ama

bunlar azınlıkta kalırdı ve

medya bu denli ayrışmamıştı.

Güzel günlerdi.

İşte o güzel günlerde

kimi kez röportajlar yapar

kimi kez de reklam toplarken

en sevdiğim dostlarım da

aynı katta olduğum karikatürist arkadaşlardı.

Hayran kalırdım onlardaki bu yeteneğe.

Sadece Allah vergisi çizim yeteneklerine değil,

adeta birer yaşam filozofu gibi olup,

nasıl da iyi gözlemler yapar ve

bizlere de kolayca aktarırlardı.

Bazılarının da yanına daha sık uğrardım.

İşte onlardan birisi de,

çoğu kez bir abi yerine de koyduğum Musa Gümüş olurdu.

GÜLE GÜLE MUSA GÜMÜŞ

Son günlerde ardı ardına zamansız vedaları duyarken

bir acı haber daha aldım.

Dünya çapında bilinen

birçok uluslararası ödülün sahibi,

karikatür ve çizgi dünyasının güzel insanı

Musa Gümüş de ayrılmış aramızdan.

Tam bir kalem emekçisiydi.

Güleryüzü, sakin ve dingin hali sizi de etkiler

telaşlı ya da sinirli olsanız bile

sakinleşirdiniz.

Portekiz’de anıt haline getirilen karikatürü,

geride bıraktığı yüzlerce

hatta binlerce eseri ile

hiç unutulmayacak,

biliyorum.

Ama bu vedası öyle erken ve beklenmedik ki,

ailesi, öğrencileri

tüm sevenleri kadar

eminim karikatürleri de onu çok özleyecek.

İlk gençlik yıllarımı andığım bu satırları yazarken

bir kez daha fark ettim ki,

hız çağının çarkında kolayca kaptırıyoruz kendimizi ve

dostlarımızı, sevdiklerimizi

hatta kendimizi ihmal ediyoruz.

Akıllı telefonlar,

gündelik telaşlar arasında

birbirimize dijital dünyada

hani birer de emoji bıraktık mı

yetiyor sanıyoruz.

Hele bir de

aramayı da yarına bıraktığımızda

belki de,

bir daha hiç ulaşamıyoruz.

Çünkü zaman hiç beklemiyor ve

ölüm çok yaman.

Karikatür
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları