26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile’

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Adı, o zamanlar Gürkan’dı. Artık bu ismi taşımadığı için, açıkça yazabiliyorum. Mülkiye’nin son iki sınıfında, Ankara’daki gariban öğrenci evimizde birlikte kalmıştık. Sürekli yurt dışına gitme planları yapmaktaydı. Bu, 1980 askeri darbesi ve hemen sonrasıydı. Evimize sürekli China Review adlı bir İngilizce dergi bile gelmekteydi onun aboneliği ile. Kenan Evren Türkiye’sinin o faşist günlerinde, eminim sadece bu dergiden bile bizleri gözaltında tutmaktaydı sıkıyönetim. Çok siyasi olduğu da söylenemezdi Gürkan’ın. O günlerdeki deyim ile, “futbolcu” bile sayılırdı. Arkadaşım artık nasıl bir ruh haline devrilmiş olmalı ki, sürekli “bu memleketten bir gidersem, bir daha ayağımı bile atmayacağım” dediğini dün gibi hatırlıyorum. Ve 1970’lerin devrimciliğinin hala havasını soluduğumuz o günlerde, “bir Türk nasıl olur da kendi toprağından bu kadar nefret edebilir” sorusuna cevap bulmaya çalışıyorduk. Halbuki kendisi, Torosların başındaki yörük köylerinden birinden, bizimle aynı bölgedendi.

BU NEYİN NEFRETİ OLABİLİR Kİ?

Bizim ABD’ye gidişimizden yıllar sonra, onun çabaları da meyvesini vermiş olmalı ki, Türk devletinin bursu ile doktora yapmaya gelmiş ve Kaliforniya’daki evimizde yeniden birlikte kalmıştık bir süre. Ama onun planları bambaşka idi elbette. Doktorasını Türkiye Cumhuriyeti kesesinden yapıp, ortadan kayboldu. Türkiye’de bu burs için kefil olan arkadaşlarının evlerine polislerin gelmesi, mahkemelere düşmesi bile, onun ortaya çıkmasına yetmedi herhalde. Anne ve babasının vefatı bile onun Türkiye’ye cenazeye gelmesine sebep olamadı. Daha da önemlisi, o zamanlar sadece 5000 dolar verenin askerlikten muaf olabilmesi imkanına rağmen, bir aylık maaşına kıyamayıp, kendisinin Türk vatandaşlığından çıkarılmasına razı oldu. İnternetten aradığınızda adının bile görünmemesi için, hem adını hem soyadını değiştirmiş olmalı ki, ortalardan kaybolup gitti bizim Torosların Gürkan’ı. Elbette kendine göre sebepleri vardır diye itiraz edenleriniz olabilir. Ama ben bu tür itirazları kabul edecek değilim. Kaldı ki bu arkadaşımız, maalesef öyle çok az rastlanan bir örnek de teşkil etmemekte bu konuda.

‘Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile’ - Resim : 1

‘VEFA, ASALET MÜHRÜ, AK YÜZÜDÜR ADEMİN’

Konu nedir diyeceksiniz? Geçen haftalarda bahsettiğimiz “kişisel vefasızlık” konusunu biraz daha genişletip, vefa konusunun ne kadar derinden ve genelinden toplumumuzu etkilediğini ele almayı düşündüm. Ve yıllardır hala açıklamasını yapamadığım Gürkan’ın kaybolması ile konuyu açmak istedim. Vatana, ülkeye, anayurta olan vefasızlık, kişilere yapılan vefasızlıktan çok daha derin sonuçları olan bir şey ne de olsa. “Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile” demiş şairimiz İbrahim Şaşma, ara başlıklarda kullandığımız bazı satırların da sahibi olarak.

Konuyu derinleştirmek için, bir de Anadolu’nun doğusundan, Diyarbakır’dan bir örnek ekleyip, vefasızlığın boyutlarının nerelere gidebileceğini ifade etmek isteriz. Diyarbakır’ın bir köyünden olan bu arkadaşımızın adını vermeyeceğim. O, kendisini bilir de demeyeceğim. Çünkü zaten Aydınlık düşmanı olduğu için, bu yazıyı okuma ihtimali bile yok ne de olsa. 1970’lerin başındaki o karanlık günlerde, Türkiye Cumhuriyeti devleti, binlerce diğer Türk genci gibi beni ve bu Diyarbakır’lı arkadaşımızı üniversiteye aldı. Ben Torosların bir köyünden, o Diyarbakır’ın bir diyarından, bavullarımızı alıp, Ankara’mızın göbeğindeki Müzik Okuluna geldik. Hayatımızda opera, çoksesli müzik, orkestra, koro, senfoni görmüş ve duymuş değildik. Türk Devleti sabırla bizleri eline aldı, Torosların iğne oyası ören ninelerinin misali bizi eğitti, kelimenin tam anlamı ile “adam etti”. Biz Mardin Lisesinde müzik öğretmeliğine gönderilirken, Diyarbakır’li arkadaşımız Ankara Radyosunda ses sanatçısı oldu. Çok sevindik elbette. Bizim lise müzik öğretmenliğimiz 1979’da, başlamamızdan sadece 30 gün sonra, bir Nisan akşamı, o günlerde hala Apo’cular diye anılanların kanlı bir saldırısı ile sonra ererken, Diyarbakırlı arkadaşımız Türkiye Cumhuriyetinin başkentinde, Türkiye Cumhuriyetinin devlet radyosunda başarılı bir solist oldu ve kendisinin şarkılarını TRT’den dinledik mutlulukla. Kendi çocukları da, yine Türk devletinin elinde önemli müzik icracıları oldular. Buraya kadar mutlu olan bu hikayenin “vefa” ile ilgili bölümü o kadar da mutlu değil. Zaten o sebepten bu yazıya, Amerika’ya gidip ortalardan kaybolan Gürkan ile başlayıp, buraya getirdik.

‘Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile’ - Resim : 2

VEFAN KADAR İNSANSIN

Diyarbakırlı arkadaşımızın herkes gibi siyasi tercihi olabilirdi ve oldu da. Daha 1980’lerden itibaren Kürt milliyetçiliği konusunda giderek artan dozda bir eğilim geliştirdi. Ve ne zaman tercih yapma gereği çıksa, mutlaka HDP, BDP, DEM, PKK çizgisinde bir milliyetçilik savundu. Hatta bunu oldukça militan bir şekilde ifade etmekteydi. Kişilerin elbette bir siyasi tercihi olabilir ama, bu siyasi tercih, içinden geldiğin toprağa ve üzerinde yaşadığın memlekete bu denli bir “vefasızlığı” içerirse, itiraz etme hakkını veriyor herkese. Bizi ve burada sözkonusu ettiğimiz arkadaşımız gibi onbinlerce Türk gencini, Toroslardan, Ilgazlardan, Diyarbakırlardan toplayıp, sabırla ve emekle başarılı birer vatandaş haline getiren Türk devletine karşı, biraz da olsa “vefa” duymak gerekmiyor mu? Devletin başındaki hükümete karşı olmak başka bir şey, devlete karşı olmak başka. İktidarlar gelip gidiyor zaman içinde. Ama bizlere tüm bu şansları sağlayan devletin sonsuza dek yaşayacağını düşünmeden, düzgün bir vatandaşlık yapılabilir mi?

‘Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile’ - Resim : 3

‘VEFA EDEP PINARI, COŞKUN AKAN IRMAKTIR’

Memlekete ve vatana karşı vefa konusuna, yurt dışında sürekli karşılaştığımız üniversitelerin Türk akademisyenlerini de katmak isteriz, adaletli olmak için. Müzik ve konferanslarımız nedeni ile, ABD’nin 50 eyaletindeki binlerce okulun web sitesine girip, bizi konser ve konferans için davet etmelerini öneririz. Bu üniversite web sitelerinin her birinde ise, mutlaka bir ya da birkaç Türk akademisyenin adı geçer. Ohio’nun mısır tarlalarının ortasındaki üniversitelerde bile, İTÜ, Boğaziçi, ODTÜ mezunu bir profesör bulmak çok sürpriz olmuyor artık bize. Asıl sürpriz, bu Türk akademisyenlere gönderdiğimiz 100 öneri mektubumuzun hemen 100’üne de “cevap bile vermeme” tercihleri. Haydi, o tek cevabı yazan sayın bayan Türk profesörden bahsederek, bu sayıyı 99’a indirelim. Illinois eyaletindeki bir üniversiteden cevap veren bu Türk akademisyenin cevabı da, öyle “ne tür Türk müziği çalarsınız, eğitiminizi nereden edindiniz, ya da Türkiye’den hangi üniversitelerden mezunsunuz” cinsinden değil. Keşke öyle sorularla muhatap olsaydık. Sayın hocamızınki, “benim eposta adresimi nereden buldunuz” diye, 100 mektubumuza verilen tek cevap olma onuruna sahip oldu.

‘Vefa ile devleşir, al bayrak vatan bile’ - Resim : 4

KENDİNE YABANCILAŞMANIN VEFASIZLIĞI

Türk akademisyenler, aynen benim başta bahsettiğim Gürkan arkadaşım gibi, Türkiye ile ilgili hiçbir şey yapmama yemini etmişler gibi, sessizliklerini korumayı tercih etmekteler, bu faaliyetleri yaptığımız tam tamına 40 senedir. O zaman sorabilirsiniz, sen 40 senedir Amerikan üniversitelerinde nasıl oluyor da, bu Türk kültürü programlarını sunabiliyorsun öyle ise? Bunda Türk kültürünün ve müziğinin, Yunus’un ve Rumi’nin asırları aşıp günümüze gelen kendi gücünün ne denli büyük ve belirleyici bir rol oynadığını övünerek belirtmeliyim. İran, Arap veya Avrupa asıllı ABD’li yüzlerce akademisyen, Türk kültürüne ve tarihine olan saygılarından ve özellikle de Mevlana Celaleddin Rumi’nin felsefi şiirlerinden etkilenerek, tam 40 senedir bizlere kapılarını açmakta ve bildiğimiz ve elimizden geldiği kadar, bu ata yadigârı Türk kültürünü öğrencilerine ve ilgililere sunmamıza aracı olmaktadırlar.

Kısacası, Türk kültürüne ve vatanına gösterilmesi gereken “vefa”, bu topraklarda doğmuş, ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, okullarında ve üniversitelerinde okumuş Türkler tarafından değil de, Türk kültürüne saygı duyan ve meraklı yabancıların yüreklerindeki bir “garip hissiyat” olarak, bizleri hergün hayrette bırakmaktadır. Demek ki “vefa, dost ikliminde yetişen bir gülmüş” diyerek, şikâyet dilekçemizi verelim okuyucumuza.

Türkiye ABD