Verdiklerini ister Anadolu
Bir töre değil midir Anadolu’da kız verilen yerden kız istemek!? Dolu gelen tencere, sahibine boş gönderilmez gene Anadolu’da.
Bir göz ki, kederlere ilmektir gene bu kadim topraklarda.
Gittiğinde gördüğün, ama ancak yaşadığında vardığın yerdir Anadolu.
Her şeyi zamansızlaştırabilirsiniz; ama eğer su varsa, toprak, hava ve ateş varsa işte bunu, izsiz uzsuz bırakılmayı yapamazsınız. Bir mekânda/yerde yaşamanın nasıl bir nefes olduğunu gene anlatır size Anadolu.
Çıkıp gidersiniz bir ucundan diğer ucuna. Karışır yurtlarınızın dili,bakışı birbirine. Gene de sabaha uyanırken ilk ses karşılar sizi, ilk ışık, sofranızdaki ilk lokmanın tadı...
YÜKSEK TUT VİCDAN DUYUNU
Ne dil cehennemindesinizdir ne de ikiliklerin hain puslarında, sömürge zihniyetlerin kuşatmasında. Gene de aranıza düşen gölgelerin ayırdında değilseniz eğer; Anadolu verdiklerini alır sizden, unutmayın bunu. Eğer ki toprağını işlemiyor, suyunu gözetmiyor, kaynaklarının tarumar edilmesine göz yumuyorsanız, verdiklerini bir gün mutlaka geri alır sizden Anadolu. İşte o zaman anlarsınız yoksulluğun ve yoksunluğun ne demek olduğunu. Bu yeni bir bakış, söylem de değildir üstelik. Yaşanan çağ sizden vicdan duyunuzu yüksek tutmanızı istiyor. Bu da, ancak üzerinde yaşadığınız kara parçasını nasıl bir yurt olarak gördüğünüze bağlı.
Der ya şair (Ahmed Arif):
Beşikler vermişim Nuh’a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben, tanıyor musun?
Sen ki kedersiz cansın, umutsuz bakış; gittiğin yerler hep yurtsuzluk kavrayışı. Özendiğin duygu dili dil değil, çabaladığın deniz kaybettirir ruhunu her kulaçta. “Denizini yitiren denizci” ye dönüşürsün sonra. Görmeden, bilmeden, tanımadan gidiyor küsüyorsun topraklarına.
Unutursan sen eğer verdiklerini Anadolu’nun, bil ki sen de kaybolmayı seçmişsindir.
HEM BATI HEM DOĞU
Adına ne dersen de; ister göçmenlik, ister sürgünlükle adlandır gitmelerini... Köksüzlük, zaman ağrısı...
Eğer hem Doğu’da Batı’yı, hem de Batı’da Doğu’yu yaşadığın Anadolu sana anlatmıyorsa varlığının dilini; başka yerde arama öfkene nedeni.
Yılkı atı gibi gezindirdiğin o bakışlarından vazgeç. Kendi dilinde vezir olmadan başka dillerin şahı olmaya kalkma. Adsızlaştırma kendini öyle, yabanıl kılma.
Diyordu ya W. R. Bion:
“Dil bir şizofren tarafından üç şekilde kullanılır: Bir eylem biçimi olarak, bir iletişim yöntemi olarak ve düşünce biçimi olarak.” (*)
Eğer böylesi bir bakış kuşatıyorsa çevreni ya da yurdunu, bölünüp ve ayrılmanın debdebesindeyse benliğin; gene de Anadolu’nun ruhuna dön derim. O kadim zamanların dillerine, kültürlerine, taşıdıklarına.
“Tanrı yaratan toprağın” dilini öğrenmeden nasıl yol alabilirsiniz ki? Hititlere gidin, her şeyi orada anlamanız mümkün.
HER ŞEY BİRBİRİNDEN DOĞAR
Vazgeç bu yabanıllıktan, Bedeviliğin ruh köleliğinden. Kendi dilini bilmeden onların diline secde etmekten vazgeç. Bırak bu yabanıllığı, yabancılığı. Hep Batı’da arama suçu, kendine bak. Tek kitapla her şeyi açıklamaktan vazgeç.
Bak ne diyordu Lucretius senin İsa’ndan da çok önceleri:
“Karanlık cehennem de yoktur ölümden sonra. /Hep yeni kuşaklar yaratacak madde vardır. /Uygun yaşam süreleri tamamlandığında /onlar da gidecektir, onlardan sonra gelenler de, /Her şey birbirinden doğmuş olacak böylece. /Kimse el koyamaz, sahip çıkamaz yaşama.” (**)
Dön bak Anadolu’nun bu kadim tarihine. Bilmeyi öğren, toprağın dilini keşfet, varlığının anlamını tanı. Gün gelir, eğer bönlüklerin sürerse, Anadolu alır senden sana verdiklerini. Varlığını daha iyi, daha ehil ellere teslim eder unutma!
(*) Yaşayarak Öğrenmek, W. R. Bion; Tereddütlü Düşünceler, çev.: Nilüfer Erdem, 2107, Metis Y., 206 s.
(**) Evrenin Yapısı, Lucretius; çev.: Turgut Uyar-Tomris Uyar, 2000, İyi Şeyler Y., 262 s.