Yağma, sosyal medya, linç ve devlet
Adalet Bakanlığının son açıklamasına göre büyük depremden bu yana bir haftada 75 hırsızlık ve yağma vakası olmuş. Depremin vurduğu 10 ildeki toplam sayı bu. İstatistikleri bilmiyorum ama eminim deprem öncesi normal zamanlarda bu sayı daha yüksektir.
Buna karşılık, sosyal medyada birçoğu asılsız çıkan yüzlerce yağma iddiası ortalığa saçıldı. Üstelik bunları yalnızca deprem kızgını kullanıcılar değil, toplumun önünde olduğu söylenen kişiler de yaptı.
Bir Masterchef yarışmacısı mesela. Afgan birinin, bir kadının kolunu keserek bileziklerini çaldığını söyledi. Polis sorunca, “Öyle duydum.” diyerek yan çizdi. Aynısını Ümit Özdağ da yaptı. Bir video paylaşarak görüntüdeki bir gencin itfaiye erinin telefonunu çalan bir Suriyeli olduğunu iddia etti. Genç ne Suriyeli ne de hırsız çıktı. Özdağ’a dava açtı. Özdağ tivitini sildi ama yine genci suçladı: O da Suriyeli gibi giyinmeseymiş kardeşim!
YALANLA KIŞKIRTMA
Çok sayıda benzer ünlü-ünsüz örnek var. Milyonlarca insan bu tür yalanlarla dolduruşa getirildi. Millet kenetlenmiş, kurtarma ve yardım seferberliğine girişmişken bir anda dikkatler oldukça az sayıda olan “yağma” konusuna yöneldi.
Bu milletin ahlâkını, irfanını, elseverliğini yansıtan yüz binlerce örnek dururken, milyonlarca isimsiz kahraman afetzede kardeşlerine elini uzatmışken, birkaç yağma vakası üzerinden “Biz zaten böyle berbat bir milletiz”, “Ne ara bu kadar kötü olduk” propagandası başladı. Türk milleti, o kadar güzelliğin içinde yine aşağılandı.
Buraya kadar olan kısmı işin bir yönü. Daha vahim bir durum var.
Hırsızlık olayı bozguncu muhalif medya ve sosyal medyada o kadar köpürtüldü ki, hükümetin de eli ayağına dolaştı. “Asayiş kalmadı” rüzgârından korkan AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, “Yağma olayları karşısında son derece acımasız olacağız.” dedi. Kanunu, kitabı bir yana bıraktı. Sanki “yağmacıları” bulup dövmek hatta öldürmek hakmış gibi bir hava esti. Taraftar grupları “devriyeye” başladı. Bir anda sosyal medya şiddet ve linç görüntüleri ile doldu. Sivil de eline geçirdiğini dövüyor, resmi görevli de. Altında da “içimiz soğudu”, “keşke öldürseydiniz” yorumları…
Elinde eczane poşetiyle evine dönen depremzede yağmacı zannedilip öldüresiye dövülmüş, bir kenara bırakılmış... Enkazın altında iki evladını kaybeden baba enkazın etrafında dolanıyor diye şüpheli bulunarak dövülmüş. Burnu kırılmış. Ve başka örnekler…
KANUN YOKSA ANARŞİ OLUR
Ve iş sonunda dayakla öldürmeye vardı… Öldürülenler suçlu mu? Bilmiyoruz. Çünkü sorgulanmadılar, yargılanmadılar. Kaldı ki suçlu olsa bile öldürülebilir mi? Devlet PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ı dahi getirdi, sorguladı, yargıladı, mahkûm etti. Suçüstü yakaladığı 15 Temmuz ABD/FETÖ darbecilerini, silahla karşı koymadıysa aldı hâkim önüne çıkarttı. Millet adına yargılama ve hüküm verme tekeli, devlet olmanın şartlarından biridir. Büyük devletin kabile devletinden farkı budur.
Bu bir kanun devleti görüntüsü değil. Bu bir direksiyon hâkimiyetinin kaybı görüntüsü. Bu, kanunun ortadan kalktığı bir anarşi görüntüsü.
KANUN DEVLETİNDE LİNÇ OLMAZ
Türk devletinin binlerce yıllık bir devlet birikimi var. Bu kadar köklü bir gelenek, otorite ve kanunla sağlanmıştır. Kanun olmazsa, otorite de olmaz, devlet de. Güvenlik görevlilerimizin izlediği hatta yer yer katıldığı bu şiddet görüntüleri neye yol açar?
1 – Deprem felaketinin başından bu yana “devlet yok, devlet enkaz altında” propagandası yapan bozguncu muhalefete malzeme verir. Çünkü devletin olduğu yerde, kanunun işlediği yerde, suçlular dahi linç edilemez. Devlet herkesin, şüpheliler ve suçlular dâhil, canını-malını-haysiyetini korumak zorundadır. Devlet varsa ki var, o zaman kanun olacaktır.
2 – Kaldı ki, kimin suçlu olup olmadığına sokakların öfkesi ya da sosyal medya adaleti karar vermeye bir de ceza kesmeye başlarsa ve bu bir alışkanlığa dönüşürse anarşi ile karşılaşırız. Kaos! Kimin gücü kime yeterse. Kim kime hangi suçlamayı yaparsa, kim kimin malına, namusuna çökerse… Devletsizlik, yani hukuksuz kalmak, Türkiye’nin felaketi olur. Yüzyılın depreminden daha büyük bir felaket... Emperyalistler yıllardır bizi devletsiz bırakmaya çalışmıyor mu?
3 – Devlet dimdik ayakta. Milletiyle beraber depremle savaşıyor. Ancak anarşi, kargaşa görüntüsü, hukuk ortadan kalktı algısı, Türkiye’yi müdahaleye açık hâle getirir, Milli güvenlik zaafı yaratır. Hele kamu görevlileri bunu yapamaz. Ne kadar öfkeli olursa olsun yapamaz.
4 – Birkaç küçük hırsızın linç edilmesi “içimizi soğutursa” deprem felaketinin asıl sorumlularını gözümüz görmez. Nedenlere kafa yormayız. 135 bin TOKİ konutunda çatlak bile yokken, diğerleri nasıl yıkıldı? Malzemeden çalanları, yönetmeliğe uymayanları linç edebiliyor muyuz? Ya da rüşvetle “görmezden gelen” belediyecileri, kamu idarecilerini, bu tabutlara ruhsat verenleri, imza atıp geçen yapı denetim şirketlerini? On binlerce insanımızın hayatını çalanlar, bir televizyon çalandan daha mı az suçlu? Hatta daha ötesi… 1980’den bu yana Türkiye’de devletçiliği yok edenler, “işini bilir” kültürünü yerleştirenler, “tanıdığının işini çözme”ye dayalı kasaba siyaseti anlayışını yaşatan, belediyeleri rüşvetle çalışır hale getiren bütün düzen partileri… İktidarıyla, muhalefetiyle daha mı az suçlu? Adi hırsızlık vakalarına değil, sorunun kaynağına odaklanalım. Çünkü çözüm de oradan çıkacak.
ÇIKIŞ YOLU DEVLETÇİLİK ve KAMUCULUK
Deprem felaketiyle devlet ve milletçe savaşıyoruz. Evet, bu bir savaş. Savaşta verdiğimiz kaybın asıl nedenine odaklanalım. Linç etmemiz gereken bize yıllardır “devleti küçültün” diye dayatma yapan Batı’nın neoliberal sistemi ve onun partileri.
Türkiye buradan devletçilikle çıkacak. Türkiye bir daha bunları yaşamayacaksa kamuculuğu yükselterek, halktan yana kanunlarla, uygulamalarla bunu başaracak. Artık bu aşamadayız. Bu nedenle, “Kanun yok, devlet yok” algısını yaratacak her şey yanlıştır. Sokaklarda insan avlamak dâhil.