Yalanlar istiyorsan
Özdemir Asaf, Lavinia’ya “yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim. İncinirsin” diyordu ya; hiç düşündünüz mü, bir insan neden yalanlar duymayı istesin ki?
Bir arkadaşınızdan hakkında sürekli kötü biri olduğunu duyduğunuz ve arkadaşınıza doğal olarak güvendiğiniz için kötü olduğunu düşündüğünüz birinin aslında bütün gelirini ihtiyaç sahiplerine dağıtan bir hayırsever olduğunu öğrenirseniz ne yaparsınız? Ya da tersi; en samimi arkadaşınızın birilerine sizin de kabul edemeyeceğiniz bir kötülüğü dokunduğunu öğrenirseniz…
Bu gibi durumlar, tutumlarımızın yanlışlandığı anlardır. İnsanı duygusal bir krize sokarlar. Oysa insan psikolojik bir varlıktır ve kişiliğini denge üzerine kurar. Tutumlarımızın yanlış çıkması kişilik dengemizi bozar. Yeniden denge kurmamız gerekir. İki şekilde kurarız. Ya öğrendiğimizi inkâr ederek, unutarak, görmezden gelerek eski dengeyi sürdürürüz ya da yeni bir senteze varırız.
Tutum deyip geçmemek lazım. Çünkü tutumlar kararlılık kazanmış davranışlardır ve kişiliğimizin temelini oluştururlar. Düşünce, duygu ve davranışlarımızın birbiriyle uyumlu olmasını sağlarlar. Bir konuya olumlu veya olumsuz yaklaşmak, o konudaki algılarımızı temelden etkiler.
Siyasal algılarımızı tutumlarımız belirler. Kişilik sahibi varlıklar olmamızın bir sonucu olarak her insan omzunda iki gözlü bir heybe taşır. Heybenin göğsümüzün üzerine gelen ön gözünde tutumlarımızı destekleyen kanıtları taşırız. Onlar sürekli gözümüzün önündedir, hep hatırlarız. Arka göze attıklarımız, tutumlarımızın yanlışlığını kanıtlayan tecrübelerdir. Onları hatırlamak istemeyiz. Tutumlarımız gerçeğin algılanmasında seçicilik yaratırlar. Kendi tutumlarımıza uygun olanları kolay algılar, uygun olmayanları hızla unuturuz. Örneğin liberalizm açısından hukuk devleti olmazsa olmaz bir kuraldır. Kendisini liberal olarak tanımlayan bir kişinin olaylara bakışını bu kuralın belirlemesi beklenir. Ancak hayatın somut pratiği içinde sevgi, nefret, onaylama, korku vb. duygular kendimize ilişkin bilişsel düzeydeki tanımları etkisi altına alabilir. Böylece kendisine liberal diyenlerin, Ergenekon kumpası sırasında hukukun ayaklar altına alınmasını görmezden gelmelerindeki kişilik boyutu ortaya çıkar. Bu olayda liberallerin kişiliğindeki duygusal boyut düşünsel boyuta galebe çalmış, böylece davranışlar da duyguların esirine dönüşmüştü. Onlara göre içeri atılanlar zaten içeri atılması gerekenlerdi. Nefret ettikleri, anlaşılamaz buldukları veya korktukları insanlardı. Bu nedenle onlara yapılan muamelelerin hukuksuz olduğu söylenemezdi. En fazla bazı ufak tefek usul hataları olabilirdi.
Gezi Parkı olaylarıyla başlayan halk ayaklanması sırasında deri pantolonlu, üstü çıplak (yani tuhaf görünümlü) üç yüz erkeğin Beşiktaş’ta başı kapalı ve çocuklu bir kadını aralarına alıp üzerine bevlettikleri ve bebek arabasını devirdikleri yalanına kimler inanmıştı? Karşı saftakilerin böyle insanlar olduğuna, böyle giyinip böyle davrandıklarına inanmak isteyenler değil mi? Böyle inandığınızda kendi değerlerinizi onların değillemesi olarak doğrulamış olursunuz. Bu nedenle, Lavinia gibi, size yalanlar söylenmesi en büyük dileğinize dönüşür.
Bugün benzer bir durumu Atatürkçü, sol, sosyal demokrat vb. diye adlandırabileceğimiz kesimlerde gözlüyoruz. AK Parti Cumhuriyet düşmanıdır, gizli bir gündem takip eder, laikliğin altını oyar, Erdoğan aslında hala BOP eşbaşkanıdır. Bu böyledir çünkü ben onların aynasında kendi yolumun doğruluğunu teyit ederim. Böyle olduğuna inanmak zorundayım. Bu tutumumu doğrulayan her bilgiyi heybemin ön gözüne atar, arkasını sorgulamam. Aksi yöndeki her bilgi heybenin arka gözüne gider. Onlar olsa olsa istisna olabilir. İstisnalar ise kaideyi bozmaz. İsterseniz on bin tane kanıt gösterin. TSK’dan 30 bin FETÖ’cüyü tasfiye etmiş olun. Onların her biri istisnadır. Toplamda on binlerce tekil istisna…