04 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yalnız kalan Türkiye -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

1950 seçimlerinde tek başına iktidara gelen DP, hem Batı’da hem Atlantik ötesinde sağlam dostluklar kurmuştu, devleti teslim almıştı. Kendi topraklarını koruyan ancak savaş rüzgarlarına boyun eğmeyen Türkiye, eksen değiştirmeye başlamıştı.

Önce bizimle hiç ilgisi olmayan Kore savaşına BM kararı olmadan katıldık. Deniz yoluyla üç aylık uzaklıktaki Kore yarımadasında ABD çıkarlarını korumak için savaşan bir Türkiye haline getirildik.

Ne için bilir misiniz?

NATO’ya kabul edilmemizi sağlamak için.

İsmet Paşa Meclis’teki ana muhalefet lideri olarak buna şiddetle karşı çıkıyor, Atatürk’ün koyduğu “Yurtta barış dünyada barış” ilkesine sadık kalarak:

“Amerika ile ilişkileri ilk kuran biziz. Bu bizim savaşımız değildir. Üstelik BM kararı da yoktur ki, bu savaşın içinde olalım. Orada verilecek şehitlerin vebali Başbakan’ın boynundadır. Bu kadar aceleye ne lüzum var?” diyordu. Oysa Başbakan Menderes Meclis çoğunluğuna dayanarak Türkiye’yi NATO üyesi yapmak uğruna karşılığında gelecek binlerce şehit ve gaziyi düşünmüyordu bile. Kore Savaşı’nda Türk askeri çok şehit verdi, çok gazi eksik vücutlarıyla yurda dönebildi .

İkinci macera hevesi Menderes’i bu kez dostu Musaddık’ı kurtarmak için Ortadoğu’daki iç siyasete katılma şeklinde tepti. Bereket Menderes, aklını başına aldı ve Bayar’ın da telkinleriyle o yine bizim olmayan bir savaşın içinde olmadık.

Türkiye bir kez daha savaş bulutlarının arttığı bir süreci ABD uğruna yaşamakta.

Açılımdan Reyhanlı’ya

“Barış getireceğiz, anaların gözyaşı dinecek!” Demek kolaydır da barış adı altında teröristle müzakereye girmek akıl alacak iş değildir. Oslo Müzakere süreci; ardından da İmralı’yla pazarlık. Eşkıya ile pazarlıkta, yasaları yok sayarak askere görmezden gel!” diyen dünyada ilk ülke biz olduk.

Başbakan, konuyu TBMM’ye götürmeden, muhalefetle uzlaşarak tek başına karar verince, 35 bin insanın katlini gerçekleştiren çete, omuzlarında silahları, boyunlarında mermileriyle objektiflere çekilim pozları veriyorlardı ki; Reyhanlı’da henüz suçluları kesin belli olmayan iki bomba patladı. Açılım show ikinci plana düştü. Şu sıralarda Güneydoğu’nun sınır ilçesi Reyhanlı’da binlerce kişi şehitlerine yas tutuyor. 60’a yakın ölü ve henüz durumları belli olmayan bir o kadar ağır yaralı.

Durumu ülkenin 9. Cumhurbaşkanı sayın Demirel’e sordum:

“- Felaket, felaket altından kim çıkarsa çıksın felaket. Bu devletin görevini iyi yapmadığının bir işareti de sayılabilir. Suriye’nin yaptığı söyleniyorsa o da Türkiye’yi savaşla tehditten başka bir anlam taşımaz” dedi.

Çare Obama’da aranıyorsa...

Şu sıralarda Başbakan Erdoğan oval ofiste kuşkusuz bu durumu Obama ile tartışacak ve aylardır “Esad’ı devirmek için yapmadığı hakareti bırakmayan” devletin yetkisi olarak Obama’dan müdahale etme izni isteyecek.

Ne varki; ABD Başkanı pek öyle düşünmüyor olmalı. Bir dış müdahalenin ABD’ye karşı olan bazı grupların Suriye’de egemen olmasından endişe ediyor olabilir. Ya da Suriye’de Esad’ı aratacak ve kaosu büyütecek bir durumun Mısır ya da Irak’taki gibi nelere mal olacağını bilmekte. Ortadoğu’da BM’nin kimyasal silahları yasaklama sözleşmesini imzalamayan 6 devletten biri olan Suriye’nin elindeki önemli kimyasal silah stoku da Obama’yı endişelendirmekte.

Erdoğan biliyor ki; ABD’nin en önemli kaygısı İran’dır ve İran’a Türkiye’den yönelecek Patriot’ların durumu da İran ile ilişkileri daha da kötü bir duruma getirecek. Hatta bir Türk-İran çatışma riski de yaratabilecektir. Türkiye’nin Reyhanlı olaylarından sonra dünya basınında “savaş Türkiye’ye de sıçradı” yorumlarının yapılması Başbakan’ı kendi ülkesinde daha da zor durumlara düşürebilir. Türkiye Merkezi Irak’la uyuşmazlık halinde. Muhtemel bir İran-İsrail çatışması halinde, bazı yabancı güçlerin de İran’a yönelik eylemlere girerek Ortadoğu’daki ateşi körüklemeleri söz konusu.

Eski dost yeni düşman Irak’ın en büyük özelliği çoğunluğunun Şii olması ve yönetiminde Şii ağırlıklı bir nitelik taşımasıdır. O halde yaşanılacak olan süreci bir bütün olarak ve özellikle dış boyutunu göz ardı etmeden değerlendirmek gerekiyor. Bir yanda silah bırakmayan ve silah zoruyla siyasi çözüm ve anayasa değişikliği dayatmaya çalışan terör örgütü PKK, öte yandan Reyhanlı’da yaşanan felaket ve giderek dostlarını kaybeden Türkiye. İçinde bulunduğumuz durum gerçekten iç açıcı değildir. Türkiye bu durumda bölgesinde yalnız kalmıştır.

Bir düşünün çare Amerika’da ve Obama’nın kucağında aranıyorsa, ipler kimin elindedir?