23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (4)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Başlıkta da görülüyor ama yine de altını çizerek söylemek isterim. Okuyanlar da bilecektir ki zaten zaman zaman bir dizi olarak ısrar etmiş olduğum ve böyle “kavram” yazılarım oluyor bu köşede. Bu bağlamda aynı başlıkla sürdürmekte ısrar ettiğim en son kavram dizisi yazılarımın dördüncüsü bu yazı ve içimi dökmek istiyorum biraz. Bana da geldiği gibi belki bazı okuyucular ”mızrak”, “yara” ve “iyileşme” gibi kavramlara niye bu kadar çok taktığımı elbette merak edeceklerdir ki bana kalırsa etmelerinde kendileri için de hakikat için de dünya ve muhtemel gelecek için de sonsuz yararlar var felsefi olarak!

Öyle ki son 20-30 yıllık süreçte büyük büyük akıllı sözde entelektüel felsefi ağızlarla sözüm ona “öteki” kavramı üzerinden “öteki” hakkını savunur gibi görünüp de “öteki”nin göz göre aynı çevrelerce yok edildiği bir dünyadayız artık ve henüz bunun hesabı verilmediği gibi unutulup gitmiş gibi sanki ki yanılmayalım her şeyin olanaklı bir zamanı her zaman var ve gelir mutlaka?

Öyle ki o tarihsel kültürel siyasal çoğulluğu göz göre göre kendi darlığımızla kaybedip tekilleştiğimiz, empatiyi hoşgörüyü sabrı zorunluluğu vb. anlamaya çalışmayı, anladığımızı tıpkı sıradan güncel hayatta olduğu gibi onunla birlikte bir şeyler kotarmayı ve o “öteki” denilen o büyük ve elverişli olanağı anlayıp onu kabullenip ona saygı duymayı becermek, fakat eğer şiddetle karşı isek bile onunla bazen iç içe bazen yan yana yaşamayı, birlikte davranmayı vb. ya da unuttuysak yeniden hatırlamak ve uygulamak, unutmadıysak sabırla ve özenle yeniden denemek zorundayız.

Öyle ki her ne kadar karşımızdaki böyle düşünmese bile buna aşırı mecbur olduğumuz ama buna benzer insani şeyler gevelense dahi bir türlü beceremediğimiz büyük bir yaralanma durumu yaşamaktayız ki vay halimize demekten öteye geçmek bile hadsizlik gibi geliyor bana bu süreçte?

Öyle ki hemen her alandaki bunca kıtlıktan, bunca akıl ve hakikat dışılıktan, bunca kör gözüm parmağına hastalığımıza başka bir akıllı iyileştirici çaremiz ilacımız kalmadı çünkü.

Öyle ki her nereden neyden hangi görüş açısından hangi doğru ve hakikat öngörüsünden bakarsanız bakınız yeryüzü yeryüzü, gökyüzü gökyüzü ve güneş güneştir sonuçta.

Öyle ki yine dışarıda yağmur yağıyorsa eğer mutlaka olanın adını koyma derdindeyseniz siz ona ancak “yağmur yağıyor” diyebilirsiniz ama başka bir ad koyamazsınız. Zaten koysanız da ne kimseyi inandırabilirsiniz ne den yaşananın oluyor olanın hakikatini değiştirebilirsiniz.

Çünkü simgesel olarak taş taştır ama tarih boyunca o kadar çok taş doğanın koşullarında dağılıp eriyip dağılarak zamanla kuma tozu dönüşmüş, o yüzden de bir zamanların çoğu sert taşı dönüşüp toprağa karışmış ve şimdi üzerinde patates, karpuz kavun ekmeklik buğday yetişiyordur. Eğer bu tarihsel doğal dönüşümün farkına varıp da bu üçleme-dörtleme eylem içindeki bağlantılı ilişkilerden kendinize yaratıcı hakiki dersler çıkarırsanız hem kendinize iyilik yaparsınız hem yaptıklarınıza hem de dünyamıza.

HİÇBİR ŞEY YALNIZCA KENDİSİNDEN İBARET DEĞİLDİR!

Yıllardır yazıp duruyorum, panellerde, söyleşilerde anlatmaya çalışıyorum sanat da çağdaş sanat denilen şey de yalnızca sanattan ibaret değildir. Onları sanat ya da çağdaş sanat yapan şey sıradan gözün gözlerini boyayan ya da iten şey değildir yalnızca. İçinde taşıdığı bildiğimiz yaşadığımız canım hayattır! Hayatı hayat yapan şeyin hem kendisidir, hem kabuğudur hem de direnen asi ruhudur. Hem tıpkı hayatta olduğu gibi bazen de teslim olup boyun büken insani akıl ve kahraman bilinçtir. Bilincinin tıpkı kendisi gibi tarihsel olanın tarihsel öz tipik ölümsüz bilinç halidir.

Çağdaş sanatın yalnızca sanat olmadığını çok daha derinlikli çok daha dönüştürücü çok daha yaralayıcı ve açtığı yarayı da başka şeylerin yol açtığı yaraları da iyileştirici bir şey olduğunu acaba kaç gerçek sanatçı sanatsever sanattan anlar kardeşimiz yeterince fark edebildi ki? Bakınız, burada belirleyici olanın içindeki ya da olma sürecindeki üçlü ya da çoklu ilişkiler, etkilemeler, etkilenmeden ve dönüştürmeler silsilesi bir tür depremler ve artçı depremler gibidirler.

Ama olumlu anlamda elbette ki?

Aynı durum felsefe için de din için de siyaset ve ideoloji içinde geçerlidir.

Bilim için de aynı deprem artçı deprem etkisinden söz etmeye bilmem ki gerek var mıdır?

Bütün mesele birbirine bağlı bu zincirleme ilişki göçlerinin hem kavramları hem olgu olarak varlıkları hem de sonuçları üzerine enine boyuna ve sabırla düşünme ve o bağlamlar üzerinden yeni algılar yeni yeni muhtemel çözümler üretmenin zorunlu olduğu tarihsel bir süreçte olduğumuzu düşünmenizi, hem önlemlerinizi hem de gereğini yapmanızı öneriyorum özetle. Doğrusu ya içinden geçiyor olduğumuz bu büyük aptallık sendromu yok edici kaosta başka da yapılabilir, uygulanabilir düşünsel bir çaremiz olmadığına inanıyorum ne yazık ki?

Çünkü bireysel olarak da toplumsal olarak da, hayat, ülke, sanat, edebiyat, kültür, sağlık, bilim, siyaset, ideoloji, hukuk, ekonomi, askeri, uluslararası ilişki, bilgi birikime, maharet vb. her alanda her anlamda derin yaralar bereler içindeyiz kesinlikle. Görmüyoruz diyen varsa aklını bilincini görme yetilerini bir kontrol ettirsin hastanelerde yer bulabilirse?

Eli ayağı aklı bilinci yüzü gözü kulağı sabrı hoşgörüsü duygusu vicdanı ahlakı vb. yara bere içinde -hem de hem ölümcül hem öldürücü yok edici- bir ulus ya da toplum hangi ideolojik kültürel ahlaki vizyonla o yara bere içindeyken ve kan kaybederken yolunu sağlıklı bir biçimde nasıl bulabilir ki bu zifir karanlıkta?

Hangi alana bakarsanız bakınız aynı yıkık dökük aynı öfke ve tahammülsüzlük aynı anlayışsızlık ve hakikat dışılık hallerimizden sanki sürekli kan kaybediyoruz birleşik kaplar gibi hep birlikte?

Şu somut olduğu söylenen güncel Coronavirüs raporlarını bakınız ortalık nasıl da toz duman? Ölüm sayıları her gün biraz daha artıyor. Önümüzdeki günlerde bu alabildiğine korkulan sayıların ikiye üçe katlanacağını, evlerimizden dahi dışarıya çıkamaz hale geleceğimizi öne süren bilimsel endişecilerimiz ve ketum habercilerimiz giderek aşırı çoğalmış durumda.

Dünya salgınlar tarihine bakınız gelmiş geçmiş bütün salgınların ortalama süreleri 3 yılı bulmuş çoğunlukla. Yine öngörüsü yüksek felsefe ve bilim insanlarının gelecek bilimcilerinin, sosyal tarihçilerin öne sürdüklerine göre neredeyse her salgın krizi aynı zamanda bu krizlerin aşılmasında yeni dünya ve hayat tasavvurlarına yol açmış. Dünya şu anda belki coronavirüs belası ve sağlık da içinde olmak üzere dünya bu alanlarda bilimsel olarak oldukça olanaklı ve çözüme sahip görünse de bu bile aslında çözümsüzlüğü körükleyen bir karşı durum olarak önümüze çıkıyor bu sorumsuz politikalarla.

Tıpkı eski kovboy filmlerinde olduğu gibi arabaların hızlandıkça birden tekerleklerinin geriye doğru dönüyormuş gibi göründükleri bir tuhaf görüntü içindeyiz sanki?

Yani kültürün kültürsüzlüğe, edebiyatın edebiyatsızlığa, hukukun tuhaf bir biçimde hukuksuzluğa, insanın insansızlığa, dinin bile dinsizliğe benzer bir sallapatiye vb. ters oluşlar çağaltığı gibi... (İzninizle yine devam etmek istiyorum?)