23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yalnızlık korkusu ve aydın olmak

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Muhsin Ertuğrul’un her nedense anımsanmak istenmeyen çok değerli bir sözü var: Yalnız kalmaktan korkmayan insan, en cesur olandır. Tiyatro davamızın öncü ve en savaşçı kişisi Muhsin Ertuğrul, hakikat işçisi olarak, sık sık yalnız kalıyordu. Bu kendine çekiliş; nice dava adamının yaşam serüveninde, düşün ve sanat kavgasında yaşadığı, ama Doğu toplumlarındaki inziva olgusundan farklı bir durumdur: Hakikati aramak ve yeniden kurgulayıp örmek, kimileyin tek başına kalışın acı ve çilesini göze almayı gerektirir.
Kaynak Yayınları’nda çıkan “Yusuf Akçura, Türk Devriminin Programı”kitabına Doğu Perinçek ve Soner Polat’ın da dikkat çektiği Akçura, hiçbir zaman örgütlü savaşımın dışına düşmemekle birlikte, bu yalnızlığı yaşamak zorunda kalmış öncü düşünürlerimizden... En yakınlarının bile ondan kaçtığı günlerde inzivaya çekilmek yerine, yalnızlığın dehlizlerinde sadece davasına tutunarak gerçeklik arayışını ısrarla sürdürmüştür. Akçura, eylem ve kuramı kişiliğinde birleştirmiş modern aydın kimliğinin denebilir ki bizdeki ilk ve güçlü örneğidir.

TÜRK DEVRİMİ'NİN MÜTTEFİK GÜÇLERİ

Akçura, toplumsal tarihimizde 1908 Devrimi ve Meşrutiyet dönemi üstüne en doğru saptamayı koymakla kalmayıp uzun erimli öneriler getirmeyi de başarmış bir devrimci ve düşünür... Özellikle 1908 Devrimi’nin tarihsel ve toplumsal nedenleri üstüne saptamaları, başta Doğan Avcıoğlu olmak üzere, Türk Devrimi’nin doğrultusunu belirleme yönünde son 50 yıldır sürdürülen hemen tüm tartışmaların odağında yer almıştır. Akçura, 1908 Devrimi’ni gerçekleştiren üç toplumsal gücü şöyle belirlemişti: asker - sivil aydın zümre, tüccar ve eşraf (ulusal burjuvazinin atası), halk (köy ve kent emekçileri)... Bu sınıfsal belirleme, hemen ardından emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Bağımsızlık ve Cumhuriyet Devrimi’nin de, yıllar sonra 27 Mayıs’la birlikte yükselen toplumsal tarih tezi ve devrim stratejisi tartışmalarının da anahtarını oluşturur. Ortaya konuşundan 50 yıl sonra MDD (Millî Demokratik Devrim) stratejisinin esin kaynağı olan bu açık uçlu saptama, Kemal Tahir’in romanlarında da gerçek hayat sahneleriyle çok yalın biçimde ve edebî ölçütlerle sergilenir.

KEMAL TAHİR VE CESARET AŞISI

Türk Devrimi’ni Batıcı yaklaşımlarla yüceltilmesine en ağır eleştirileri yönelten yazar ve düşünür olarak Kemal Tahir, Türk tarihinin evrimini ATÜT çizgisinde ele alırken, modern sınıfların bu çizgide gelişememiş oluşuna bakarak asker - sivil aydınları devrimin öznesi sayar. Tüm romanlarına damgasını vuran bu değerlendirme, özellikle Yorgun Savaşçı’da çok açık biçimde görülür. Dahası son ana kadar emperyalizme ve Sultan’a karşı kararlı bir tavır içinde olan yurtsever tüccar ve eşraf öncülüğündeki halkın onu yönlendirecek devrimci otorite yokluğunda nasıl da çözülüp dağıldığını, teslimiyetçi bir çizgiye savrulabildiğini, yalnız kalma pahasına, gözüpek ve gerçekçi biçimde sergiler.
Kemal Tahir, romanlarında ve düşünsel çalışmalarında, ne halkı yüceltir, ne de onu hor görür; tersine, asker - sivil aydınlarla kalıcı çalışmaya girmedikçe halkın adalet ve kalkınma özlemlerinin bozgunla sonuçlanacağını bütün görünümleriyle ortaya kor. Ancak burada aydın, tam da Marx’ın tanımladığı bağlamda, halka her zaman bilgece bir dostlukla yaklaşırken, onun küçük bencilliklerle yumaklaşan yanılgılı yönsemelerini de görmesini sağlamakla ve hoş görmeyip düzeltmesini istemekle yükümlüdür. Akçura’nın değerini ve aydınlara yüklediği görevleri 100 yıl sonra anımsarken, amaç ve tutumunun Kemal Tahir romanlarında sergilenen gerçekçilikle örtüşmelerini izleyebilirsek, yalnızlık korkusunu kökünden yıkan bu öncülerin cesaret aşısıyla edebiyatın günümüzde küçümsenen işlevselliğini de yeniden yüklenme şansı yakalayabiliriz.