24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yanlış çözümler, boşa giden kaynaklar

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’de son 50-60 yıllık tarımı ele aldığımızda, bu alana verilen desteklerin miktarını, başlığı insana umut veren projelerin sayısını dikkate alırsak, önemli yapısal sorunların çözülmüş olması gerekirdi. Ancak öyle mi olmuştur? Örneğin hayvancılık alanında uygulanan projeleri, hayvancılığa verilen destekleri hatırlayalım. Sonuç; neredeyse başladığımız yerdeyiz. Kimse itiraz etmesin. Süt veriminin artması, kasaplık piliç üretimindeki gelişmeler vb. hiçbir zaman 50-60 yılın, onca parasal kaynağın ve insan emeğinin karşılığı olamaz. Sağlıklı, üretici ve tüketici yararına işleyen bir üretim, işleme ve dağıtım sistemine sahip olduğumuz söylenebilir mi? Bırakın doğru işler yapmayı, sahip olduğumuz Et Balık Kurumu, Süt Endüstri Kurumu, Yem Sanayi gibi ulusal düzeyde güçlü örgütleri, üreticiye mal edip, sağlıklı bir işleyişe kavuşturma yerine topluca yok ettik. Düzgün işleyen bir üretici örgütü yok. Ne meslek odası, ne de kooperatif gibi ekonomik örgütler yapı ve işleyiş sorunları yanında, politik ve ekonomik etkinliğe sahip değiller. Batı’nın hayvan refahı konusunda bile ilerleme kaydettiği günümüzde, biz daha insan refahında en alt düzeyde bir eşitliği bile sağlayamadık. Öyle geri kalmış yörelere sahibiz ki buradaki konut denen yerlere, Hollanda’nın ineklerini bağlasak, sütten kesilirler.

Ambarlarda çürüyen patatesler

Bitkisel üretim belki hayvancılığa göre daha iyi durumda olsa da, benzer yapısal sorunlar burada da geçerlidir. Ancak ilginç bir şekilde, olağan dışı bir durum yaşanmasa tarımın sağlıklı işlediği gibi bir izlenim oluşturma tarım politikalarının genel özelliği olmuştur. Olağanüstü gibi sunulan son örnek patates fiyatlarındaki aşırı yükselmedir. Tüm tarımsal ürünlerle ilgili olmakla birlikte özellikle patates, soğan gibi yılda bir kez üretilen ve depolanarak bir yıl sonra kullanma olanağı olmayan ürünlerde bu sorun yaşanabilmektedir. Konu, birçok ekonomist tarafından 20. yüzyılın başlangıcında saptanmış olup, N. Kaldor tarafından isimlendirilmiş ve M. Ezekiel tarafından kapsamlı olarak 1938 yılında “örümcek ağı teoremi” olarak açıklanmıştır. Bu konu gerçekte Türkiye’nin sıkça yaşadığı bir sorundur. Bir doktora öğrencisi olarak 1976’da bu sorunu saha çalışması sırasında çok yakından gözlemiştim. O zaman, yapılan siyasi baskılarla köylünün ambarındaki patates belirli bir fiyattan alınmış, ancak ambarlarda çürüyen patateslerin dışarı taşınması bile çiftçi için mali bir yük olmuştur.

Alışık olunduğu üzere ilgilisi, ilgili olmayanı, bilgilisi, bilgili olmayanı hep aynı şeyi söyler. Bu sorunun çözümü için üretim planlaması gerekir. Hatta planlı ekonomiye kökünden karşı olanlar bile bu slogan çözümü dile getirirler. Piyasa ekonomisini benimsemiş bir ülkede böyle bir merkezi planlamanın uygulanabilirliği nedir? Patates üretimi ile ilgili, uygun olmayan tohumluk, aşırı gübreleme ve sulamanın yarattığı hastalıklar, daha da önemlisi yıllarca üst üste ekilen arazilerdeki toprak yapısının bir daha tarım yapılamaz hale gelmesine kadar neredeydik? Soruları dikkate alınmaz. Özetlendiği gibi biz aynı yerdeyiz, benzer sorunları hep yaşarız. Patates fiyatları artar, bundan depolama olanağı olan büyük üretici, tüccar karlı çıkar, küçük üretici ve doğal olarak da dar gelirli tüketici bundan zarar görür. Yüksek fiyatı gören üretici gelecek yıl üretimi artırır, böylece fiyatlar düşer ve örümcek böylece ağlarını örer. Sorunun, üreticinin ve piyasanın örgütlü bir yapıda olması, etkin bir eğitim ve bilgilenme ile çözülebilecek olduğu yıllardır dile getirilir ama ne çare.

Gıda egemenliği sorunu

Sorun çok, çözüm zor değil, bir yerden başlamak gerekir. Doğal kaynaklar, emeğin sürdürülebilir kullanımı ve gıda egemenliği hedefini ortaya koyalım. Temel soruyu soralım? Geçen yıl tarıma ayrılan, bu yıl ayrılması planlanan 9 miyar dolayındaki TL’nin ne kadarı çiftçiye ulaşmıştır ve ulaşacaktır? Ne kadarı, KDV ve dolaylı vergiler olarak devlete, yüksek girdi fiyatları ile tüccara, ne kadarı komisyoncuya, ne kadarı aidat olarak meslek odasına, katkı payı olarak kooperatife, rüsum olarak ticaret borsasına, belediyeye, faiz olarak tarım bankacılığına gitti ve gidecektir. Stopajı da unutmayalım. Ayrıca devletin, tarımsal üretim yapacak diye, kendisi köylü olmayan, mesleği çiftçilik olmayanlara kaynak ayırması, destek vermesi gibi garip uygulamaları da hatırlayalım. Gelin bu sınırlı kaynakları heba etmeden, temel hedef doğrultusunda tarımsal alt ve üst yapının (örgütlenme) güçlendirilmesi için kullanalım.