Yanlış mı, yanılgı mı?
Her karşı duruşun, sözün, bakışın hayatımızda bir anlamı/karşılığı vardır.
Nedensizleştirmeden bir düşüncenin yolcusu olmak zordur.
Bugün yaşadığımız siyasi iklimin yarattığı rüzgâr, birtakım savrulmalarla birlikte, iyiye/güzele dönük bir bakışı da filizlendiriyor.
Her ne kadar seçimden seçime ülke gerçeğine dönüp ne olup bittiğini görmeye çalışan bir kesim varsa da; seçim bir sonuçtur. Bunu ilgimizin/ilgisizliğimizin sonucu olarak da okuyabiliriz, başka bir bakışın penceresinden de bakıp değerlendirebiliriz.
Nicedir siyahla beyaz arasında yaşayan bir toplum olduğumuz için, ülkenin gerçekliğini dış dünya bağlantılarıyla yeterince okuyamadığımızı düşünüyorum.
Yani büyük resme bakamıyoruz.
Yerel/yöresel ölçekte de hep o ikilem, öteleşme/ötekileştirme çabası.
Bir pastaneye girdiğimde karşı masada oturan insana; "günaydın," dediğimde, "aleykümselam" sözüyle karşılaşıyorsam veya hiç umursamaz bir tavırla karşılaşıyorsam; şunu soruyorum kendime:
"Bu uzaklık, bu birbirinin dilini anlamamak neden?"
Sen, sen ol; ben de ben olayım. Ve bir arada kendi renklerimizle yaşayalım. Birbirimize tahammül eden değil, birbirini anlayan olmak... Bir aradalık bunu gerektirir.
Yani, kendi olmaktan söz ediyorum.
Ötesi hezeyandır, dayatmadır.
Oysa bilinmeli ki; benim varlığım senin varlığını da tanımlar. Hatta belirler. Hep bir olmak, benzeşi olma, aynılaşmak ne kadar sıkıcıdır oysa.
Melez güzeldir mi demek istiyorum?
Evet!
"Sentez" değil, "melezlik"ten söz ediyorum.
Yani şu "12 Eylül 1980" askeri darbesinin ucubeleştirip toplumsal salgına dönüştürdüğü "Türk-İslâm sentezi" hezeyanından söz etmiyorum.
Siyasi iklime dönecek olursak eğer; AKP-MHP yakınlaşması/ittifakı ülkeye yeniden böyle bir "aşılama" yapmak için yeni bir adım ise; en başta bundan mevcut iktidar ürkmelidir. Çünkü önünde yaşanmış siyasi bir süreç ve bu sürecin de piyonları olarak "FETÖ" gerçeği vardır.
"Taraf" sözünü sevmesem de; hadi öyle diyelim, bir "taraf" olabilirsiniz. Ama taraftarlık da bilgi/tutku/aidiyet/sadakat/adanmışlık/sorumluluk ve her şeyden öte vicdan gerektirir.
Körü körüne taraftarlık tehlikelidir, ürkütücüdür.
İşte oradan "biat" eden bir "güruh"/ "sürü" çıkar ki; çağdaşlaşma yolundaki bir toplumu buna evriltmek tehlikelidir. Ki, seçim gecesi manzaralar bunun tipik örneğidir.
On altı yıllık siyasi iktidarın günahları/sevapları ortada.
Belki de Marx’ı yanıltan olgu, onların tek doğrusu: halk seviciliği.
Yani, bunu biraz da şöyle okumalı: Pragmatist bir anlayışı, Makyavelistçe bir tutumla birleştirerek hedefe varmak... Bunun için de her yol mubah!
Oysa, siyasi sorumluluk üstlenerek bugüne kadar varlığını koruyup iktidar seçkinliğini yaratan AKP, şimdi yeni bir sistemle erkçi/tek adamcı zihniyetle tektipçi/ötekileştirici bir anlayışı mı egemen kılacaktır yoksa özgürlüklerden yana mı bir anlayışa evrilecektir...
Bugünkü en temel soru/sorunumuz budur sanki!
Yanlışta mıyız, yanılgılar içinde miyiz gibi iki soruyu da sorarken; ülkenin seçim haritasına göz atmakta yarar var.
Daha seçimin ertesi günü pastanede karşıma çıkan tabloda o iki kişi, bir kişinin "günaydın"ına "aleykümselam" diyorsa; buradan çıkan sorunun yanıtını önce sosyologlar vermeli, bence!
Öyle ya; Marx’ın "Doğu Sorunu"ndaki yanılgısı biraz bizim sosyologlarımızda da var.