02 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yapmanın ideolojik yapısı ya da kendi olmanın matematiği

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Hiç uzatmadan bu köşede yer alan en son beş yazımın öne çıkardığı bir dizi kavramlara ve bir önceki yazımda sormuş olduğum can alıcı asıl soruya dönelim: kendimiz olmak, özgün olmak, yeni olmak, yaratıcı özgür ve bağımsız bir kişilikte olmak için kafamızdaki duvarları yıkmak mı yoksa yeni duvarlar kurmak mı gerekiyor? Aslında bu, başlıkta yer alan “yapmanın ideolojik yapısı” da -eğer böyle bir dert ediniliyorsa- “kendi olmanın matematiği” (ya da mantığı da denilebilir) esas olarak özgür ve yaratıcı olma olanaklarının keşfe çıkılması ve yapma / kurma eylemlerinin önünün açılması ve yapılabilecek olanların büyük ve sonsuz ufkunun genişletilmesi demektir bir bakıma. Ne söylemeye çalıştığımı kısa yoldan ve özetle anlatabilmek için öncelikle bu köşede bundan önce yazmış olduğum söz konusu en son beş ayrı yazının hem başlıklarını hem ara başlıkların olduğu gibi buraya aktarmam yerinde olacaktır diye düşünüyorum:

İnsanın insansızlaşması ya da kabuğu kalkmış tarihsel yara”, (Yaşamın betonlaş(tırıl)masından betonlaştırılmış insana), “Kültür endüstrisi ya da kültürün kültürsüzleş(tirilmesi) üzerine”, “Taklit olana devam mı yoksa yeni ve özgün olan mı?”, (İyi de hangi yol?), “Fabrika ayarlarına geri dönmek ya da kendi olmak”, (Kendi olmak, hakiki olmak, özgün ve yeni olmak, hem birey hem toplum hem ulus ve bir varlık olarak insan ya da imkansız olandan imkanlı olana...), “Kültürel şizofreni: ya trajedi ya parodi”,“Dünyanın şu anda empatiye ve insanlığa ihtiyacı var.”, “Kafalardaki duvarları yıkmak mı yeni duvarlar kurmak mı?” (Kendi olmanın matematiği). Gerek “yapmanın ideolojik yapısı” gerekse “kendi olmanın matematiği” de zaten söz konusu etmiş olduğum bu son beş yazıma dağılmış bu asıl ve ara başlıklarda saklı. Demek ki neymiş? Ardı ardına sıralayacak olursam: Birincisi, önce insanın insansızlaşma travmasının ve bunun oluşturduğu büyük tarihsel yaranın bir çarpmayla kabuğu kalkıp kanamaya başlamış olan kanamanın durdurulması gerekiyor. İkincisi, “kültür endüstrisi” denilip salt piyasalaştırılarak içi boşaltılmış kültürün kültürsüzleştirilmesine karşı içi insanla, insanlıkla yüklü yeni bir dil ve malzemeyle yepyeni bir kültür üretiminin önünün açılıp yeni olanaklara sahip geniş kapılar açılması gerekiyor. Üçüncüsü, tıpkı modern dönem sanatı ve kültüründeki gibi yeni güncel çağdaş sanat ve kültür üretimlerindeki taklit, tekrar ve içi boş kopya form üretimlerin yerine yeni ve özgün çalışmalara önem verilmesi ve bunun hem devlet hem toplum olarak desteklenmesi gerekiyor. Dördüncüsü, hem insani olarak hem ulusal, toplumsal, bireysel ve kültürel olarak “fabrika ayarlarımıza geri dönüp ardından da bu ayarlara yeni fabrika ayarları eklemek / kurmak gerekiyor. " Beşincisi de, yaşanan büyük kültürel şizofreninin yol açmış olduğu trajedi bağlamında asıl olan

ile kof ve yıkıcı olan ya da biçim ile öz arasındaki bu derin çatlak ile yarı trajikomik tarihsel parodiden artık hızla kurtulunması gerekiyor.

HEM KÜLTÜREL UYURGEZERLİK HEM DIŞ GEBELİK

Sanırım öncelikle şunun altının kesinlikle ve yeniden yeniden çizilmesi gerekiyor ki: yalnızca Türkiye'de değil bütün dünyada sanki büyük insanlık olarak -özellikle de coronavirüs salgını süreciyle tavan yapan- alabildiğine çaresiz, yarı bilimsel, yarı safsata, oldukça trajikomik, hüzünlü ve her anlamda dozu yüksek bir bilinmezlik içinde debeleniyormuşuz gibi hissedilen aşırı kaygılı tarihsel bir süreçten geçiyoruz ve bu yepyeni bir çağın başlangıcı aslında? Bu süreç büyük insanlık için hem birey hem toplum hem ayrı ayrı uluslar ve kültürler olarak büyük bir ahlaki ve kültürel incinme / yaralanma içerisinden çıkıp geliyor ve bir tür büyük siyasi ve ideolojik kültürel çöküş durumu aslında? Bu öyle bir çöküş ve değersizlik süreci ki örneğin kalp ameliyatı olmak zorundasın ve o yüzden de yana yana konunun en uzmanını arıyorsun, torpil olsun doğru bir ameliyat ustası seçimi kararı olsun cana bir zarar gelmesin diye tanıdığın yetkili birilerini arıyorsun ama devleti yönetmek söz konusu olduğunda daha seçilir seçilmez hiçbir uzmanlığı, liyakatı olmayan hısımlarını akrabalarını partililerini devlet kadrolarına doldurmaktan kaçınmıyorsun ve bu durum neredeyse yetmiş yıldır sürüyor... Bu bir ulus için nasıl büyük ve yıkıcı bir çelişkidir böyle ve nasıl çıkılacaktır bu büyük kaostan?

Bu yüzden bu süreç aynı zamanda bir o kadar da zihinsel açıklığın, cesaretin ve zihinsel gelecek vizyonunun, kültürel ahlaki iddiaların kahramanlık haline evrileceği düşünülmesi gereken olanakları yüksek yepyeni bir tarihsel süreç. İlginç olan ise bu sürecin aynı zamanda ideolojik siyasi kültürel bilimsel ve büyük yeni ahlak vizyonun da kahramanlaşmaya başladığı bir zamanlamayla neredeyse her anlamda eşleşmiş oldukları yeni bir durum aslında? Sanırım öncelikle bir konuda anlaşmamız alabildiğine zorunlu görünüyor? Bunun için de bir önceki yazımda da belirtmiş olduğum gibi kafalardaki bazı duvarların kesinlikle yıkılması gerekiyor. Çünkü bazı duvarlar vardır ki zamanı gelip çattığında mutlaka yıkılmak zorundadır. Zaten böylesi duvarları aklınız, bilinciniz ve basiretinizle siz yıkmazsanız kendisi yıkılacaktır. Çünkü böylesi bazı duvarların da tıpkı canlı olan, yaşayan her şey gibi yaşları ve ömürleri vardır. Bazen böylesi duvarlar artık çoktan tarih dışına düşmüş durumdadır ama cahilce sabredilir. Biliyorsunuz büyük ve eski kentlerde böylesi duvarlara sahip bir çok binanın etrafı yoldan geçenlerin üzerine çökmesin diye duyarlı yerel yöneticiler tarafından takdir edilesi bir tedbir gereği olarak tehlike şeritleriyle çevrilmiştir ya da başka tedbirler uygulanır. Dikkat edilsin bu tedbirler aslında binayı değil de doğrudan o binanın yıkılma tehlikesine karşı çevrede bulunanları korumaya yöneliktir. Kentsel dönüşüm kavramı da zaten bir tür bunun bir çözüm yolu olarak öne çıkmaktadır. Açık konuşmak gerekirse toplumsal kültürel ahlaki alanlarda siyasi ideolojik kültürel ve ahlaki olarak böylesi o kadar çok tehlike söz konusudur ki, saymakla bitmez? Peki o zaman ya kafalarımızdaki köhnemiş duvarlar? Böyle bir durumda kafalarımızdaki duvarları yıkmamız gerekmiyor mu? Hem de nasıl? Paldır küldür! Ama hangi duvarları? Kaldı ki şöyle bir düşünürseniz birçok duvarınız zaten çoktan yıkılmıştır. Bazı duvarlarınız ise artık yıkılıp yerine yeni bir duvar örülmesi gerekir. Peki kafalarımızda hiçbir duvar kalmasın mı? Kalmasın olur mu? Kafalarımız bizim mahrem yaratıcı rahatlatıcı zihinsel ev atölyelerimizdir. Hiç duvarsız olur mu? Dıştan bir saldırı ve manipülasyon varsa -örneğin emperyalizm varsa- elbette bazı duvarlar da olacaktır kesinlikle. Peki ya kafalarımıza yeni yeni duvarlar örmemiz gerekecek midir? Elbette gerekecektir hem de bir an önce. Ama hangi ve nasıl duvarlar?

(Belki bir sonraki yazımda da yıkılması gereken o köhnemiş duvarlar ile desteklenmesi ve örülmesi gereken yeni duvarların neler olduğundan da ayrıca söz etmek gerekecektir?)