Yaratıcı yıkım
Soru doğru olmazsa cevap da yanlış oluyor. Gelişmiş batılı ülkelerin çaresizliğini koronavirüse bağlayan sorular, bu kadar büyük ekonomilere sahip ülkelerin koronavirüs ile neden baş edemediği gerçeğini görmeyi engelliyor.
Yaratıcı yıkım, neoliberalizmin sistem tıkandıkça yeni bir yol açmak için uyguladığı şiddete verilen isim, ama hiçbir silah sahibine sadık kalmıyor. Yaratıcı yıkım bugünlerde bambaşka bir anlam taşıyor…
Ve Türk argosunda ‘’şirkete gelmek’’ diye bir deyim var, yani organize bir örgüt/grup/sistem tarafından kandırılmak.
Başlayabiliriz…
TOPLUM İÇİN DEVLET
Toplumları yıkan bir virüs değil, ortada bir virüs ile başa çıkabilecek nitelik ve niceliğe sahip devlet olmadığı için virüs bu kadar etkili…
O halde en basit tanımıyla devlet nedir?
Var olduğundan beri insanın ilk ihtiyacı güvenliktir, doğanın etkileri karşısında bunu sağlamanın tek yolu da bir arada yaşama zorunluluğudur. Bir arada yaşamanın gerektirdiği işbölümü ve değişen ihtiyaçların karşılanmasını örgütleyen toplumsal bir mekanizmadır devlet. Genel kabulle İnsan, toprak ve egemenlik unsurlarına dayalı olan devletin ilk ve en önemli unsuru insandır. Yani devlet, bir toprak parçası üzerinde yaşayan topluluğun, yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması ve varlığının sürmesi için yine o insan topluluğu tarafından yaratılmış olan örgüttür. Şu halde her devletin önceliği, kendisini yaratan toplumun her türlü tehdide karşı güvenliğidir, ya da öyle olmalıdır. Hangi siyasi formüle dayalı olursa olsun bu değişmez. Toplumunu, toprağını ve egemenliğini koruyamayan devlet olmaz.
Koronavirüsün toplumlar üzerindeki yıkıcı etkisini konuşurken her toplumun kendi ihtiyaçlarına, tarihsel ve toplumsal niteliklerine uygun olarak kurduğu ve zaman içinde yine bunlara göre yapısını değiştirdiği devletin ne olduğunu veya ne olması gerektiğini de bu tartışmaya dahil etmeliyiz.
NEOKORONALİZM
Bugün bütün dünyanın karşı karşıya olduğu koronavirüs tehdidinden en büyük zararı gören toplumlar-Türkiye dahil- neoliberal devlet sistemiyle idare edilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle savaşın galipleri arasında yer alan SSCB’nin temsil ettiği sosyalist ekonomik modele karşı, batılı uluslararası sermayenin, sınıfsal üstünlüğünü korumak için yarattığı ve özellikle 70’lerden sonra etkinleşen sistemdir. Özgürce dolaşan sermaye karşısında, toplumların yaşamsal ihtiyaçları bile piyasanın insafına bırakılmıştır, kollektiviteyi temsil eden bütün sistemlere, hatta zorunlu hallerde devletin vatandaşına yardım için piyasaya müdahalesine bile karşıdır.
DTÖ, İMF gibi kurumlarla dünyanın büyük kısmında kurumsallaşarak, zaman içinde düşünce biçimlerimizi bile şekillendiren bir üst akıl konumuna gelmiştir. Bu şekillendirme bir tür hipnoz halini almıştır ki, neoliberalizmin bu hegemonik yapısı ile temel söylemi olan özgürlük arasındaki derin çelişki bile pek fark edilememektedir.
Toplumların zenginliklerini üst sınıfların kasalarına dolduran, virüse karşı korunmaya çalışan kitlelerden maske saklayan, ülkelerin birbirlerine gönderdikleri tıbbi malzemeyi yolda yağmalayan, parası olmayanı ölüme terk eden bir soygun düzenidir. Toplumları soluksuz bırakarak öldüren virüs değildir, ya da bu sisteme bir ad verilecekse bu neokoronalizm olmalıdır. Bugün koronavirüs ile tarihin denek taşına çarpan budur.
YARATICI YIKIM VE KOPYA LİDERLER
Koronavirüsün sistem üzerindeki etkisine bir tür yaratıcı yıkım olarak bakıyorum. Şili’deki Pinochet darbesi, neo liberalizmin ilk yaratıcı yıkımı sayılır. Planlı ekonominin terk edilerek toplumun piyasaya teslim edilmesi, buna direnen binlerce insanın öldürülmesi ile sağlanmıştır. İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan ve onların sefil bir takipçisi olarak Özal bu sistemin yaygınlaşmasını ve toplumu koruyan devlet anlayışının bütünüyle yok olmasını sağlamıştır. Her üçünün de toplumsal desteğinin kaynağı olan duygusal nüfuzlarıdır, her üçü de bunu muhafazakar retorik ve hedef oldukları başarısız suikast girişimlerinin ajitasyonuyla beslemiş, uzun süre iktidarda kalmışlardır.
Yaratıcı yıkım olarak adlandırılan diğer olay 11 Eylül’dür. Bu kez ABD ordusu da özelleşiyor, Irak işgali ordu şemsiyesi altındaki özel şirketlere de geniş bir hareket alanı açıyor ve savaşın ekonomisi büyük şirketler tarafından yönetiliyordu. Irak’taki geçici karma hükümet Başkanı Paul Bremer’in işgalden hemen sonra açıkladığı Irak için yeni sistem, Pinochet’in Şili’de kurduğu düzeni bir adım öteye taşıyordu. Bu kez bütün kamu kurumları özelleştiriliyordu. Yabancı şirketlerin Irak işletmelerinde mülkiyet haklarına sahibi olabilmesi, Irak’ın ülke dışındaki varlıklarının geri döndürülmesi, bütün ticari sınırlamaların kaldırılarak yabancı şirketlerin ulusal işlem görmesi sağlanıyordu.
Sömürgelerden akan para artık Amerikan ya da İngiliz halkına değil büyük şirketlere akıyor, bunlar da sağlıktan, savunma sanayiine, güvenlikten iletişime kadar bütün sektörleri ele geçirerek, devletleşiyor ve devleti bir şirket haline getiriyorlardı. Aynı bir virüs gibi…
Türkiye bu dönemi, bütün kamu kurumlarının satılmasını, sağlığın, iletişimin, enerjinin özel şirketlerin eline geçmesini ‘’babalar gibi satarım’’ diyen maliye bakanlarının görgüsüz kahkahaları eşliğinde izledi. Ve şimdi öncekilerden çok farklı bir yaratıcı yıkım ile karşı karşıyayız: Koronavirüs…
YARIN İÇİN KEHANET
Toplumu piyasanın inisiyatifine terk eden neoliberalizm artık toplumu virüsün insafına terk ediyor. İngiltere, yaşlılar ölsün kalan sağlar bizimdir planını uygulamak istedi, ama sistemi işletmekle sorumlu başbakanını, hatta kraliçesini bile koruyamadı. ABD’nin sonsuz para basma hamlesi, Wall Street’te bile karşılık bulmadı, Martin Wolf gibi neoliberalizm savunucuları devleti göreve çağırmaya başladı. Hastalık görülmemiş bir hızla ilerliyor, sağlık sistemleri çöküyor. Parası olmayanların tedavi edilmediği sistemin, parası olanı da tehdit ettiği çarpıcı bir tecrübe yaşanıyor. ABD ve İngiltere bile karantina sürecinde çalışamayan, işsiz kalan emekçiler için devlet eliyle tedbirler alıyor ki, bana göre bu bile çöken bu sistemin toplumlar tarafından sorgulanmasını önlemeyecek, hatta büyük toplumsal bunalımlar neokoronalizmin kapısında bekliyor. Batılı toplumlar da şirkete geldiklerini görecek ve bununla hesaplaşacaklar.
Bu süreçte Türkiye için, kendi temellerini oluşturan karma ekonomik sisteme dönmekten başka çare görünmüyor. Devlet, toplumu yaşatmak için kuruldu, yönetenler bunu şimdi hatırlamazsa, halk hatırlatacaktır. Maske saklayan ve on kuruşluk maskeyi kırk liraya satmaya çalışan fabrikaların depolarına el konulması; şu kadar para almadan test yapmayan özel hastanelerin virüsle mücadele için görevlendirilmesi, maske ve test kiti üretilmeye başlanması, hastalığın yayılmaması için alınan tedbirler doğru ve yerinde, ama… Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan tedbirler paketinin çoğunluğu hala sermaye sınıfı ve işvereni gözetiyor.
Bu büyük yıkımdan neoliberal mantığın çözümleriyle çıkamayız. İyice daralan tarımsal üretimin daha da azalması ve şehirlere yetmemesi kabus senaryosudur. Evde kalmasını istediğimiz işçinin/emekçinin ekmeğini vermeden, işvereni de buna teşvik etmeden, bu zamana kadar özelleştirilen başta sağlık olmak üzere stratejik sektörleri kamulaştırmadan, yeniden planlı ekonomik modele dönmeden buradan çıkış yok.
Bir de askerlik sistemi var. Türk milletinin düşmanları, virüs salgınıyla baş etmemizi beklemeyecek, yani sınırdaki nöbetçinin varlığı ve sağlığı dünden çok bugün için gerekli. O nöbetçinin kıymeti, paranın işe yaramadığı zamanlarda anlaşılıyor. Neoliberal sistemin bir sonucu olan yeni askerlik sisteminin temel zaafiyeti paraya dayanmasıdır, ancak mevcutların yetersizliği bunun işlemediğini kanıtlıyor. Zorunlu askerlik sürelerinin uzatılması da tıpkı askeri okulların ve askeri hastanelerin tekrar açılması gibi kaçınılmaz.
Ben önümdeki sihirli küreme bakarak bunları gördüm. Yarın kahve falına da bakacağım, sonraki gün istihare uykusuna yatar rüya da beklerim, başka bir çözüm yolu bulursam onları da yazarım…
HATIRLATMA
Yaşlılar, potansiyel hastalık taşıyıcısı oldukları için değil, hastalıktan daha kolay etkilenip ölüm tehdidi altında oldukları için karantinaya alındı. Yani bizim onlardan değil, onların bizden korunması için. Bu yüzden yasağı delen yaşlılara bağırıp çağırma.
Kullanılan eldiven ve maskeleri yerlere atıp koronavirüs ile işbirliği yapma.
Ve…
Evde kal Türkiye!