Yargı nasıl bağımsız olur?-(TAMAMI)
Önce Silivri’den bir haber:
Silivri’de Özel Yetkili Mahkemenin Başkanı arkasında “Adalet mülkün temelidir” yazısının önünde ve bağımsızlığı iddia edilen mahkemede bir karar açıklıyordu: "Avukat Hasan Basri Güney’in mahkemeye karşı takındığı tavırdan ötürü 16 duruşmaya katılmamasına dair bir karardı bu.”
Hasan Basri Güney sadece İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in değil pek çok tutuklu sanığın henüz suçlu olduklarına dair bir kararı bu mahkeme açıklamış değildir. Hasan Basri Güney’in aynı zamanda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olduğunu da düşünürseniz Türk yargısının bağımsızlığı yolundaki kaygılarınız daha da artabilir. Parti lider ve kadrosunun yargılanacağı Mahkeme Anayasa Mahkemesi olmalıydı. Hadi bu böyle oldu diyelim. Peki, avukat neden savunma hakkından yoksun bırakılıyor?
Evet asıl bu soruyu sormanın zamanıdır?
Çünkü bizim bildiğimiz savunma hakkı bir kutsal haktır. Hukuk fakültelerinde bunu böyle okuruz. Avukatlar cübbelerini bu bağımsız yargının kutsal kararına inanarak ve hukuk ilkelerini, yasaları, usul kanunlarını bilerek duruşmaya girerler. Hele ceza davalarında, hele binlerce sayfalık iddianameler karşısında avukatların savunma yapmaları gerçekten deneyim ve sabır isteyen bir mukaddes hakkı kullanmalarına dayanır.
Şimdi Silivri duruşmaları hukuk açısından ve Cumhuriyetin adalet anlayışı yönünden özür kabul etmez bir hata sayılamaz mı? Acaba bu hatanın “Bırakın bağımsız mahkemeler çalışsın adalet kararını versin diyenler acaba şimdi ne düşünüyorlar?”
Daha kuşku verici olan bir başka hususta mahkemenin, avukatlara duruşmalarda yapacakları savunmanın 15 dakikayla sınırlandırılmış olmasıdır.
Peki, bu mahkemenin eninde sonunda vereceği karar gerçek adaleti nasıl yansıtacaktır? Düşün ki henüz suçları sabit olmamış tutuklu sanıkların çoğunun tutukluluk süresi çoktan 3. yılını doldurdu. 2 bin 500 sayfayı aşan iddianameler yetmiyormuş gibi avukatları savunma hakkından mahrum etme kararına bu nedenle hukuk açısından bir vahim yanlışlık olarak bakmak olası değil midir?
Şimdi sizlere önce 1960 öncesi başımdan geçen bir duruşma anısını sonra da 12 Eylül’de yargılandığım ve –duruşmadan vareste tutulduğum- bir askeri mahkemeden, 12 Eylül Mamak sıkıyönetim mahkemesinde meydana gelen bir olayı anlatayım.
İlk anı:
Ankara Toplu Basın Mahkemesi'nde yargılanıyorum. Beni cezaevinden getirmişler ve duruşmaya çıkmışız. Konu çalıştığım Akis Dergisi'nde yayınlanan “dolar 12.80 başlıklı yazı ve bu yazıyla Türk parasını koruma kanununa muhalefet suçu işlediğim.”
Mahkemenin başkanı Emin Gebizlioğlu adında bir yargıç. Avukatım ise rahmetli, muhteşem avukat Sahir Kurutluoğlu. Kurutluoğlu avukatlara ayrılan yerden söz istiyor, mahkeme başkanı aldırmıyor ve yanındaki üyelerle konuşuyor. Sahir bey, elini önündeki masaya vurarak şöyle diyor:
“Reis beyefendi! Eğer bu mahkemede bir Mukaddes hak olan savunmayı bana yaptırmayacaksanız, lütfen heyyet-i celile’den- yüve kuruldan- bir karar çıkarırsınız ve ben bu duruşmaya devam etmem.”
Mahkeme duruşmaya ara veriyor, dışarı çıkıyoruz. 10 dakika sonra içeri alınıyoruz, mahkeme Kurutluoğlu’nun savunma hakkını vermiştir. Değerli hukukçu hiç kesintisiz alabildiğine serbest, özgür konu hakkında konuşuyor ve mahkeme kararını bir kısa aradan sonra ilan ediyor: “Sanığın isnat edilen suçtan beraatine..
Bu olay DP’nin iktidarda olduğu ve iktidarın başının da rahmetli Menderes olduğu bir sırada meydana gelmiştir.
Kurutluoğlu’na gelince: O, 27 Mayıs’tan sonra Adalet bakanı oldu…
2. tarih karar
12 Eylül’den sonra tanık olarak çağrıldığım mahkemede sanık sıfatıyla ifade veriyorum. Mahkeme bir Sıkıyönetim mahkemesi ve başkanı da üniformalı bir Albay. Üstelik hukukçu da değil bir asker.
Mamak’taki o duruşmada bana isnat edilen suç Genel İş Sendikası'yla ortak bir şirket kurarak gazete çıkarmaya teşebbüs etmem. Hakkımda istenen ceza 5 ila 15 yıl arasında. Salonda İlhami Soysal ve EMAŞ adında kurduğumuz sendika çoğunluklu şirketin sanık çalışanları var. Savunmamı yapıyorum ve mahkemeye dönüp :
“-Sayın yargıçlar, arkamda oturan tutuklular sadece benim emrimde çalışan matbaa işçileridir. Eğer bunlar bir suç işlemişlerse o suç bütünüyle bana aittir” diye başlayan uzun bir savunma yapıyorum. Yine mahkeme ara veriyor ve arkasından kararını bildiriyor. “Sanığın duruşmadan vareste tutulmasına ve sanıklarından İlhami Soysal hariç diğerlerinin salıverilmesine…”
O dava2 yıl kadar DİSK davasıyla birleştirilerek Selimiye’de devam etti ve çoğumuz beraat ettik. Bu olay 12 Eylül askeri darbesinin açtığı davaydı.
Peki bu Silivri davalar neden 12 Eylül mahkemelerinden ve DP devrinin o eleştirdiğimiz yargı anlayışından farklı? Bu da gelişmiş demokrasini gereği.