Yarın ne olacak?
Soru şöyle de sorulabilir: Bundan daha kötüsü ne olabilir? Sanat, kültür alanımızın ayakta durabilen en önemli dergilerinden Genç Sanat Dergisi ise soruyu şöyle soruyor: “Sanat, endişeyi yenecek mi?” Cevap, basit aslında: Türkiye yenerse sanat da yener! Fakat bu o kadar da kolay görünmüyor. Çünkü bunun asıl öteki yüzü çok daha belirleyici: Türkiye’nin kafası ve ideolojik rotası çok karışık. Eğer ulus olmayı yeniden hatırlayıp önüne koyar da siyasetle, sanatla, akıl ve ferasetle ya da başka bir yolla gereğini yerine getirebilir ve bu kargaşayı aşarak bir birlik zemini oluşturabilirse Türkiye bu tarihsel endişeyi alt edebilir.
İÇLERİ KOFLAŞIP RUHLARI ÇÖKMÜŞ
Fakat bu endişe ve kaygı tasarlanmış bir ruh hali olmasının yanı sıra şu anda sorun daha da artmış görünüyor: ülkeye cevap üretmesi gerekenler halâ endişenin asıl müsebbipleri. Abuk sabuk siyasi niyetler, fırsatçılık, darlık, körlük çöllerinde dolaşanların yüzlerine, sözlerine, sapkınlıklarına baktıkça Türkiye’nin endişesi azalacağına daha da çoğalmakta. Hakkı, hukuku, hakikati, hakikiyi, tarihi çoktan tüketmiş; anadan, özden, ayrıntıdan, basiretten bihaber, Cumhuriyet düşmanı birtakım gölgesiz adamlarla, bu olmamış beyinlerle, bu ham kişiliklerle, bu kompleksli, çürük niyetli, kin, nefret yüklü, bu sinsi ve daralmış adamlarla millet daha nereye gidebilir ki? Niyetleri, hesapları, ses tonları, kirlenmişlikleri, kokuşmuş sözcükleri, bakışları, kavramları, siyasi projeleri bile sürekli ayrılıkçı ve fesatçı. İçleri koflaşıp çürümüş, kokmuş, ruhları çökmüş oysa. Oysa 15 Temmuz sonrası akılları başlarına gerçekten de gelmiş olsa Cumhuriyet’le yolları kesişip eşleşmeye başlar ki bu kör kafalarla hak getire! Ayaklarına kadar gelmiş tarihî fırsatı elleriyle tepiyorlar sanki?
Yönettikleri gemimiz Türkiye, zaten sayelerinde son beş yıldır Ortadoğu Okyanusunda bir uçtan diğer uca savrulup durmakta. “Kaptan” aynı kaptan, tayfalar, yolcular aynı ama ne Türkiye aynı Türkiye, ne Ortadoğu, ne dünya ne de insanlık ve toplumumuz? Endişe, kaygı ve korku ve boyumuzu çoktan aşmış. “Yarın ne olacak?” sorusu doğal olarak artık herkesi uykusuz, gergin, agresif, umutsuz, geleceksiz, aşırı bir ruh çıkmazına sokmuş durumda. Eğer aklımızı başımıza toplamaz isek bu aymazlığın, tedirgin edici, endişe verici belirsizliklerin, kargaşanın arkası tufan. Bu konuda uluslararası bir araştırma şirketinin 148 ülkede yapmış olduğu bir araştırma sonucu da bunu doğruluyor: gelecek kaygısında Suriye ilk sırada, Türkiye ise hemen arkasından geliyor.
MİLLİ BASİRET VE REFLEKS
Tarihsel, edebî iyimserliğimiz önemli ölçüde çökertilmiş durumda? Kabuk bağlamış yaralarımız son 20-25 yıldır sürekli kaşınmaktan neredeyse kangrene dönüştürüldü. Çürümüş kan kokusu her yere her şeye çalındı. Millî basiret ve refleks önemli ölçüde yerle bir edildi. Yolsuzluk, yoksulluk, eşitsizlik, zulüm yıllarının yerini, can güvenliği, iç savaş tehdidi ve vatan bütünlüğü endişesi yıllarına bıraktı. Sonra kalaşnikoflar, füzeler, roketler, hendekler, bomba düzenekleri, bubi tuzakları, canlı bombalar geldi.
Ve nihayet hep birlikte, sözcük sözcük anlatmaya çalıştığımız o felaket “an”ı gelip çattı.
Başka ne beklenebilirdi ki zaten? Çünkü “iç”imiz çoktandır planlı programlı çökertilmeye girişilmemiş miydi? 15 Temmuz son vuruştan bir öncesiydi unuttunuz mu? Zaten vura vura kendi içine çökertilmiş ruhumuz giderek hem kendini zehirlemiş hem de insani ve toplumsal formumuzun aşırı amorflaşmasına yol açmış olmalı?
İçimizdeki endişe de kaygı da sıkıntı da bu amorfluğun ürünü olmalı.
Peki, yarın ne olacak derseniz, bu sadece bizlere bağlı.
Bu yazılanlar bir durum saptaması sadece ve belki halâ duymak, görmek istemeyen birileri vardır diye ya da halâ aklı karışıklar olduğu için yazılmıştır.