22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yaşadıklarımızdan ders almayı beceremiyoruz!

Uğur Civelek

Uğur Civelek

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından açıklanan verilere göre şubat ayı ihracatımız bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 14.8 oranında artarak 12.89 milyar dolar seviyesine ulaşmış. Olumlu bir görünüm sergilese de tek başına bu veriye bakarak en kötünün geride kaldığını söylemek pek mümkün olamıyor. Söz konusu rakama ilişkin detaylar dikkatli olmayı gerektiriyor.

Şubat ayında Avrupa Birliği üyelerine yapılan ihracatın payı artarak yüzde 53 düzeyine yükselmiş. Dolar bazında ihracat artışı yüzde 14.8 olurken miktar bazındaki artış yüzde 1.5 ile sınırlı kalmış. Bu detayların sorgulanması gerekiyor. Zira bazı kesimler bu detaylardan farklı sonuçlar çıkarıyor ve gerçekçi olmayan yorumlar türetiyor. Avrupa Birliği, ihracat artışı yapabildiğimiz en önemli pazar olarak gösteriliyor ve ihracatta ciddi katma değer artışı yaşandığı öne sürülüyor. Belli ki bu değerlendirmeleri yapanlar, dış politika konusunda olası eksen değişikliğinden çok korkuyor ve mevcut durumun devamı için pazarlama yapmaya çabalıyor!
Bu aşamada sormak gerekiyor! Eğer avronun dolara karşı değeri bir önceki yılın aynı dönemine göre kabaca yüzde 15 oranında değerlenmemiş olsa idi, sonuç ne olurdu? Yanıtlayalım: Avrupa Birliği’nin toplam şubat ayı ihracatımız içindeki payı yüzde 47 düzeyinin altında kalır ve ihracattaki dolar ve miktar bazlı artışlar yüzde 1.5-2 düzeyi ile sınırlı kalırdı. Döviz kurlarının rakamlar üzerindeki etkisini filtrelediğimizde, Avrupa Birliği’nin ihracatımız içindeki payının artmadığını ve daha yüksek katma değerli ürün dışsatımının söz konusu olmadığı açığa çıkıyor.

Sakın yanlış anlamayın! İhracatçılarımızın zor koşullar altında çalıştığını ve olanaklarını fazlası ile zorladıklarını biliyorum ve takdir ediyorum; ciddi boyutta riskler üstlenerek ve oldukça düşük kâr marjları ile çalışmak zorunda kalıyorlar; maliyet sınırlamaları nedeniyle daha fazla yerli girdi kullanma olanağı bulamıyorlar. İhracatımızın ve ekonomimizin mevcut yapısı ile olumsuzlaşan koşullar sonuç üzerinde belirleyici oluyor. Tüm bu çaba ve özveriler ekonomimizin kırılganlığını azaltamıyor. Umut vermeye çalışırken gerçekçilikten uzaklaşmamak gerekiyor.

Ne demek istediğimizi anlatabilmek için yine bu hafta içinde açıklanan ocak ayı geçici dış ticaret verilerine bakalım. Ocak ayı ihracatımız yine büyük ölçüde kur farklarının katkısı ile yüzde 10.7 oranında artmış; miktar bazında gözle görülür bir artış söz konusu olamamış. Çoğunlukla dolar bazlı olan ocak ayı ithalatı ise yüzde 38 oranında genişlemiş ve dış ticaret açığı bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 108.8 gibi anormal sayılabilecek oranda yükselerek 9 milyar dolar düzeyini aşmış. Borçlanmanın giderek zorlaştığı ve maliyetin arttığı bir ortamda dış açığın kontrolsüz bir şekilde artması moral bozuyor! İhracatçıların özverileri sonucu değiştiremiyor!

İyice ağırlaşmış sorunlar ve bunlara dayalı bağımlılıklar ile siyasi tercihler, üretimi ve üretime yönelik yatırımları destekleyemiyor. Gevşek maliye politikası ve teşvikler, günü kurtarma pahasına sorunları ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Olumsuzluklardan birine iyi gelen uygulama ve eğilimler diğerine dokunuyor; mevcut yapıyı koruma ve görüntüyü koruma yönündeki öncelikler, içine düştüğümüz kısır döngüyü derinleştiriyor ve beklentileri kademeli olarak bozuyor.

Bugünün sorunları ve kırılganlığı, son 15 yıl genelindeki uygulama ve önceliklerin sonucudur. Kamu kesimi ve mali sektörü toparlayalım, yeni rantlar yaratarak iç talebi coşturalım derken üretimi çok ihmal ettik; sorunları ağırlaştırdık ve hesapsızca borçlanarak geleceğimiz üzerindeki ipoteği büyüttük. Hiçbir kesimin durumunu olumsuzlaştırmadan ve olumlu küresel koşullara bağımlılaşmadan sürdürülebilir büyümeyi beceremedik. Dış politikanın yapısı, net hizmet ihracatının cari açığı kapamasına izin vermedi. Yanlış hesapların faturası kapıyı çalmaya başladı; kaçmaya çalıştıkça sorun yükümüz ağırlaştığı için artık hızlı koşamıyor ve kendi gerçeklerimizden kaçamıyoruz!

Şeker fabrikaları konusundaki son girişim, yaşadıklarımızdan hiç ders alamadığımızı ve akıllanamadığımızı teyit ediyor!