Yasaklayan değil, konuşan Türkiye!
“Konuşan Türkiye” 9. Cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel’in, 12 Eylül’ün yasakçı, baskıcı, otoriter uygulamalarına karşı söylediği unutulmaz bir ifadedir.
Ekonomi yönetimi ve iktidar, hem siyasi hem ekonomik olarak kapsayıcı, akılcı, gerçekçi ve inandırıcı sağduyulu adımlar atması gereken bugünlerde, yasaklamalardan ve otoriterleşmeden medet uman bir görüntü çiziyor ne yazık ki.
RTÜK’ün ardı ardına “muhalif” görülen yayın organlarına, TV’lere ve gazetelere uyguladığı cezai yaptırımlar, BDDK’nın açıkladığı yönetmelikle devreye soktuğu çok sayıda yasak ve cezai müeyyide içeren yönetmelik hemen akla gelenler.
Halbuki, Ekonomi ve Maliye Bakanı B. Albayrak, daha geçen hafta yabancı fon ve bankalarla bir telekonferans gerçekleştirdi. Burada yaptığı konuşmada piyasa aktörlerine güvence vererek, rezervlerin yeterli olduğundan bahsetmiş ve oldukça iyimser bir tablo çizmişti.
B. Albayrak’ın aynı konuşmasında “Türkiye’nin kriz zamanlarında bile serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmeyeceğini belirterek kesinlikle serbest piyasadan vazgeçmeyeceğiz, sermaye kontrolü yoktur, olmayacaktır…” dediği de ertesi gün medyada geniş bir biçimde yer aldı.
***
Ama bu konuşmanın hemen ertesinde, bir dizi yasak ve cezayı içeren bir yönetmelik BDDK tarafından yayınlandı ve yine ertesinde üç uluslararası bankaya işlem yasağı getirildi.
Elbette, ekonomi üzerinde kasıtlı manüplasyon yapan ve ekonomik güvenliğimizi tehdit eden finansal hareketlere karşı tedbir ve önlemler almak en doğal hakkımız. Ama bunu yaparken, rastgele, reaksiyoner ve çelişkili kararlara da yer vermemek gerekiyor elbette ki.
Attığınız taşın ürküttüğünüz kurbağaya değip değmediğini iyi hesaplamak gerekiyor.
Türkiye’den son dört ayda, elinde devlet tahvili bulunduran ve/veya borsadan hisse senedi almış olan yabancı yatırımcılar 8.4 milyar dolarlık çıkış ve satış yaptılar.
Bu da kurlar üzerinde ister istemez ilave bir yukarı yönlü bir baskı oluşturdu, oluşturuyor.
Biraz serbest piyasa, biraz kambiyo kontrolü şeklinde bir ekonomi politikası yarardan çok zarar getirir.
Eğer KYO (kambiyo) kontrolleri uygulanacaksa, bunun için esaslı bir hazırlık, detaylı bir yol haritası ve her türlü senaryoya karşı alınabilecek önlemler ve atılacak adımlar iyice hesaplanmalı ve düşünülmelidir.
***
Türkiye düzenleme aklını yitirmiş bir şekilde, krizin ekonomik hasarını genel ve sektörler itibarıyla tespit ederek, ona göre teşvik ve tedbirleri geliştirecek adımlar atmıyor, atamıyor maalesef.
Dış borçların nasıl çevrileceğine dair belirlenmiş bir yol haritasını hala ortaya koyabilmiş değil!
Dış borçların merkezi bir biçimde dış kreditörlerle müzakere yapılarak, yeniden yapılandırılması için bir inisiyatif henüz geliştirilebilmiş değil.
Üç yabancı bankaya, cuma günü işlem yasağı getirip, pazartesi günü kaldırdığınızda, ciddi bir inandırıcılık sorununu ve çelişkili politikaları gündeme getirmiş olursunuz.
Eğer dövize ihtiyacınız yoksa sorun yok. Ama Hazine'nin tahvil ihraçlarına, bankaların sendikasyon kredilerine önderlik ve iştirak eden ve/veya etmesi beklenen bankalara, önce yasak koyup, ertesi gün kaldırmanızın getireceği bir ekonomik yarardan söz etmek kolay olmaz.
Karar verilmeli. KYO kontrollü bir rejime geçilecekse ona göre, serbest piyasa ekonomisine devam edilecekse ona göre pozisyon alınmalıdır.
Reaksiyoner, panik halinde, yasaklamalar ve cezalarla, emir-komuta ile ekonominin yönetilemeyeceğini görmek gerekir.
***
Yasaklayan değil, konuşan Türkiye’den kimseye zarar gelmez.
Türkiye, parasal genişlemenin ne miktarda olacağını, hangi kesimlere gelir desteğinin verileceğini, bu parasal genişlemenin hangi takvime göre geri çekileceğini dahi genel hatlarıyla belirlemelidir bir an önce.
İç ve dış yatırımcılara güven verecek, hukuk devletinden uzaklaşmayan, oyunun kurallarını ikide bir değiştirmeye çalışmayan, toplumu kamplaştırıp - kutuplaştırmayan, içeride toplumsal mutakabatını ve birliğini sağlamış bir süreci hayata geçirmek zorundadır.
Bunlar olduktan sonra, iç ve dış kaynak arayışları, toplumsal uzlaşma ile daha rahat yapılabilir. Döviz likiditesi nasıl sağlanacak, azalan vergi gelirlerinin yerine “net aktif vergisi” benzeri bir vergi mi getirilecek vb. bunların hepsi o zaman çok daha rahat düşünülüp, tartışılır ve uygulanır kuşkusuz ki.