Yaşam-sanat ilişkisi üzerine notlar
Doğa yaratıcıdır, biz insanlar da doğanın yarattığı hem en mükemmel ve hem de en tehlikeli varlıklarız. Diğer canlılardan EN ÜSTÜN TARAFIMIZ YARATMA YETENEĞİMİZDİR. Ama bu, eğitimimize, yetişmemize, çevrenin etkisine göre değişir ve bazan da bu yaratma erkimiz kötü yolda ilerler ve bizi tehlikeli biri yapar.
• Yaratma, doğanın en üstün gerçeği ise, insanın yaratma yeteneği de ona verilmiş en üstün özelliğidir.
• Doğanın verdiği yaşam ile, insanların içinde bulundukları yaşam genellikle farklıdır. DOĞANIN VERDİĞİ YAŞAM YARATICIDIR; OYSA İNSANLARIN İÇİNDE BULUNDUKLARI YAŞAM şu ya da bu nedenden dolayı başkalarınca saptanmıştır ve yaratıcılığı olmayan tekdüze bir süreçtir.
• Gerçek yaşam nerededir? Bunun yanıtı: yaratıcı doğadadır. Peki insanlarca ortaya konulan yaşam, yani güncel yaşam? Çoğu kez insanın özgürlüğüne ve isteklerine gem vuran GÜNCEL YAŞAM YAPAY OLAN YAŞAMDIR. O zaman asıl yaşam gerçeğini nerede aramak gerekir?
• Sanat, insanların dünyadaki bütün öteki varlıklara olan üstünlüğünü sağlar; çünkü sanat yapma erki, bu dünyada, yalnızca insanlara aittir. Dünyada, insan dışındaki hiçbir varlık sanat yapamaz.
• BU YÜZDEN ASIL YAŞAM GERÇEĞİ YARATMA EYLEMİNDEDİR. BU YARATMA EYLEMİ DE SANATTIR. Öyleyse sanat, güncel eylemlerin üstünde bir yerdedir ve uygulayıcı ya da izleyici olarak insanı daha üst bir aşamaya çeker. BAŞKA DEYİŞLE, SANAT İNSANLARI ÖZGÜRLÜĞE TAŞIR VE ONUN İSTEKLERİNE YANIT VERİR.
• Giderek şiddete, vurdumduymazlıklara ve duyarsızlılıklara yönelmiş olan güncel yaşama tarzları, bugün ve bundan sonra sanatı daha da önemli kılmaktadır. Çünkü sanat, yaşamda olanları, yani şiddeti, saçmalıkları, nefreti, sevgiyi çeşitli araçlarla gösterirken bunları bir içeriğe oturtur. Oysa güncel yaşamda içerik yoktur sadece biçim vardır. Bu biçimler de bize dışardan kabul ettirilmiş biçimlerdir.
• Yirminci yüzyıla damgasını vuran ve büyük yönetmenlerden biri olan Max Reinhardt, bir konuşmasında güncel burjuva yaşamı konusunda şöyle demiştir: “Biz insanlar toplumsal bir kalkan olarak kullandığımız belli birkaç anlatım biçiminin dışına çıkamayız. Bu korunma yolu öylesine katı, öylesine dardır ki, doğal bir duygu boşalmasına olanak bırakmaz. Her duruma uydurduğumuz bir iki düzine sözcüğümüz vardır; katılıyormuş, seviniyormuş, üzülüyormuş, değerlendiriyormuş gibi yaparak aldığımız tavırlarda ya da her insanın yüzünde beliren kibarlık sırıtmasında olduğu gibi… Düğünlerde, vaftiz ve cenaze törenlerinde el sıkışmalar, üzüntülü görünmeler ve gülümsemeler korku verici bir duygu yoksunluğu ile yapılan hareketler, bir hayaletler tiyatrosunu ortaya çıkartmaktadır.” (Max Reinhardt, Oyuncu üzerine Konuşma,’ çev. Ö.Nutku, Türk Dili, XV, sayı 178, Temmuz 1966, ss. 924-25).
• Asıl gerçeklik sanattadır. Fanteziler yaratırken bize gerçeğin ne olduğunu yansıtır.
• Sanat, yaratan için de, izleyen için de insanların kendilerini anlamalarına ve bulmalarına yarayan bir araçtır. Sanat, doğru yaşamanın yollarını gösteren en önemli araçtır; düşündürür, duygulandırır, bilinçlendirir.
• Sanat, bu yüzden, toplum yaşayışı için önemlidir; çünkü bireylerin – çoğu kez farkında olmadıkları –asal gereksinimlerine hizmet eder.
• Bilim, ölümü yenmeyi tasarlıyorsa, sanat da ölüm korkusundan kurtulmayı sağlar.
Dinler, ölüm korkusunu azaltmak için vardır, sanat ise ölüm korkusunu yenmek için.
• SANAT BİR GEREKSİNİMDİR. Tarih öncesi insanı bile mağara duvarlarına resim yaptıklarında bunu bir gereksinim olarak hissetmişlerdir. Hissetmeselerdi o resimleri yaparlar mıydı?
• Çağdaş dünya bilimsel bir dünyadır. Bilim bu dünyanın yaşamından soyutlanamaz. Sanat da bu yaşamın yaratısal bir üretimi olduğuna göre, sanatın bilimden öğreneceği çok şey olduğu gibi, bilimin de sanatın yardımına gereksinimi vardır.
• Sanatın yaşaması, gelişmesi ve değişmesi için yeni yöntemleri denemesi zorunludur. Bu da bilimin yardımıyla gerçekleşebilir. Ancak bilimin, sanata ne ve nasıl vermesi gerektiğini bilmek önemlidir. Sanatın doygunluğu ve yücelmesi, kestirilemeyen ile başlar, bilimle bütünlenir.
• Bu arada Charles Darwin’in bir sözü aklıma geliyor: “Bilim ve sanat kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur… ‘Tavuk toplum,’ önüne atılan yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!”
• Sanatın günlük yaşama girdiği ileri, çağdaş ülkelerde, sanatı üretenler kadar, o ülkeyi yönetenler de bu sorumluluğu duymalıdırlar. Çünkü bu, toplumu oluşturan bireylerin yaratıcı bir ortamda yaşamaları, onların kendi alanlarında da yaratıcı olmalarını sağlar.
• Tarihe baktığımızda, insanlığa hizmet etmiş, insanlara yeni ufuklar açmış ve bulgularıyla ileri teknolojiyi yaratmış nice bilim adamının sanatın en azından mutlaka bir dalına da ilgi göstermiş olduklarını görürüz. Kimi keman, kimi çello çalar, bakarsınız bir başkası aynı zamanda ressam, öbürü tiyatrocudur. En azından sanatın içten bir izleyicisidir. Konserlere gider, resim sergilerini gezer, tiyatrolara, operalara koşarak yalnızca insanlığa özgü olan kültür yaşamını sürdürür. Bu onlar için yaşamsal bir gereksinimdir. İçine kapanık bir pozitif bilim kuruluğu getirir. Yaratıcılık olmayınca da o bilim dalı kısır kalır.
• Örneğin, insanlığa uzaya gitme formülünü yaratanlardan biri olan ve ‘Quantum Mekaniği’nin matematiksel temelini oluşturan, 1932 Nobel ödüllü, Prof. Dr. Werner Heisenberg, müzikten tiyatrodan ve sanatın bir çok dalından anlayan bir bilim adamıydı. Onun sanata yakınlığı, meslek olarak seçtiği fizik dalında onu yaratıcı bir duruma getirmişti.
• Bu konuda bir tek örnek yok, birçok var: Albert Einstein keman çalardı, Albert Schweitzer kendi mesleği olan fizik ve felsefeden başka iyi bir kilise orgcusuydu, Madam Marie Curie ve eşi Pierre Curie piyano çaldıkları gibi sanat olaylarından uzak kalmazlardı ve daha birçok yaratıcı pozitif bilimci sanatın verdiği yaratıcılığı kendi mesleklerine yansıtmışlardır. Bu saydıklarımın hepsi de Nobel Ödüllü pozitif bilimcilerdir.
• Sonsuzluğa uzanan formüllerin, sayıların ötesine geçip o sayılara can veren, formülleri gerçek yaşama geçiren bu bilim adamları, sanatın yaratıcı gücünden yararlanıp çalışmalarına renk ve anlam getirmişlerdir.
• Bunun için de sanatın insanları geliştirmekteki gücünü kavramış olan ileri ülkelerin yöneticileri de ellerinden geldiği kadar, sanatın gelişip yaygınlaşması için çaba harcarlar, olanak sağlarlar. Atatürk, bu gerçeği gördüğü için, sanatı bir ulusun "can damarı" olarak tanımlamıştır. Onun izinden giden devlet adamları da sanat etkinliklerini izlemekte halka örnek olmuşlardır.
• Ve insan, insan olduğu için, başka deyişle insan durmadan gelişen, karmaşık ve tamamlanmayan bir varlık olduğundan, makinenin tamamlanmışlığı, matematik formüllerin kesinliği ile karşılaştırılamaz. Bunun için de sanatın tamamlanması ya da sonunun gelmesi gibi bir durum olanaksızdır.
• Sanat, varoluşun korkularından ve acılarından, toplumun ticari baskılarından, yasaklamalarından, alışkanlıklarından ve günlük tekdüzeliklerinden kurtarıp kişiyi ve giderek toplumu özgürleştirir.
• Sanatta her an şaşırtıcı durumlarla karşılaşabilirsiniz. Sanat gerçeği konusunda kesin bir öneride bulunulamaz.
• Sanatın seviyesi halkın gerçek katkısıyla orantılıdır. Sanat, kendi halkından ne kadar çok alabiliyorsa kendi özünü ve bu özün getireceği biçimi o kadar sağlam bir seviyede tutar.
• İlkel kavimlerden bu yana, sanat, birlikte yaşama gücünü varetmiş bir anlatım aracı olarak görülür. Sanat yoluyla bireyler, birbirlerine olan kopukluklarını bırakmış ve parçalanmış bir durumdan, düşünceler ve duygularla bütünleşerek birleşik bir ifade gücüne gidebilmişlerdir. Toplumların gelişimlerine, sıkı sıkıya bağlı olarak ifade gücünü kazanan, böylece toplumu anlamlandıran ve bilinçlendiren sanat, kendi başına bir toplum gerçeğini yaratır. SANAT İNSANI BİRLEŞTİREREK BİR BÜTÜNE GÖTÜRÜR.
• Bir toplumun özgürlüğünü ve bağımsızlığını sürdürebilmesi için bütünlenmiş bir ifade gücünü edinmesi zorunludur. Bu da ancak sanatın halk çoğunluğunda yaşanır duruma gelmesiyle ortaya çıkar. Sanat halkın malıdır. Sanat, büyük emekçi kitlelerinin içinde derinlere iyice kök salmalı, bu kitleler tarafından anlaşılmalı ve sevilmelidir. Bu kitlelerin düşüncesini ve istemini birleştirmelidir. Sanat, bu kitleleri üst aşamalara çıkarmalı ve bu kitleler arasından yetişecek sanatçılar tarafından beslenmeli ve geliştirilmelidir.
• Her ulusun bu birleşik, bu bütünlenmiş ifade gücü öbüründen değişiktir; dünya yüzündeki toplumların birbirlerinden ayrı, ama yine de birbirlerine bir şeyler vererek gelişmiş, kendilerine özgü kültürleri vardır. Sanat, kültürlerin dinamosudur; yaşamın ta kendisidir. İnsanın değişebilirliğini, gelişebilirliğini ve kendini yenileyebilmenin bilincini aşılar. Yalnız kalmış ya da kişiliğini yitirmiş insanın sınırlarını kaldırır, kendi içine kapanmış insanı uyarır ve uyandırır. Acı çekenin acısını ve mutlu olanın mutluluğun paylaşır.
• Konuşmamı bitirirken Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözlerini anımsatmak istiyorum: "Bir ulus sanata önem vermiyorsa büyük felakete mahkûmdur. Birçok kişiler o felaketin derecesini farketmezler. Farkettikleri gün nekadar müthiş bir faaliyetle çalışmak gerektiğini tahmin edemezler!"
***