11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yaşamı işçi sınıfına adamak-(TAMAMI)

Engin Ünsal

Engin Ünsal

Eski Yazar

A+ A-

Bu yazıyı öğrencilerim ve sosyal konularda çalışmak isteyen gençler için yazıyorum. Bir yaşamın anlamlı ve değerli olabilmesi için onun hangi amaca adandığı önemilidir. Milyonluk toplum kesimlerinin çıkarını korumak, güçsüzün zayıfı sürekli ezdiği bir ortamda zayıfın yanında yer almak onun yaşamına güven ve huzur getirmek çok onurlu bir uğraştır. Bu onurun derinliğini ve keyfini gençlerle payşabilmek için kendi yaşamımdan bir kesit sunmak istiyorum.

1962 yılında bir toplantıda İstanbul Tekstil İşçileri Sendikası yöneticileri ile tanıştım. Bahir Ersoy, Rıza Güven, Yunus Kara, Sabri Tığlı, Hasan Gem tanıdığım ilk sendikacılardı. Beni Cağaloğlu’ndaki sendika merkezlerine davet ettiler. Bana sendikacılığı, işçilerin yaşadığı zorlukları anlattılar. Amerika’da bir eğitimdem dönen arkadaşlarının getirdiği kitapları gösterdiler. Bunlardan bazı bölümleri tercüme etmemi ve onların bu alanda yeni şeyler öğrenmelerine yardımcı olmamı istediler. Heyecanlandım ve okuduklarım bu alana ilgimi yoğunlaştırdı.Yaptığım tercümeleri okuduktan sonra benim Ertuğrul Polat’ın büyük özveriyle çıkardığı İşçinin Sesi gazetesinda yazı yazmamı istediler. Gazetede yazılarımın yayınlanmaya başlaması beni daha da heyecanlandırdı. O yıl Milliyet Gazetesi Ali Naci Karacan Yarışması adı altında bir sosyal araştırmalar yarışması başlattı ve ben bu yarışmaya bir işçi yazısı ile katılmak istediğimi Tekstil Sendikası yöneticilerine söyledim. Beni bir işçi ile tanıştırdılar ve onun çalışma yaşamını yazmamı istediler.

Adını şimdi anımsayamadığım bir tekstil işçisi ile buluşup onun Balat sırtlarındaki evine gittik. Bana iş ve aile yaşamında yaşadığı sıkıntılarını, umutsuzluğunu anlatı. Onun umutsuzluğu benim umudum oldu ve onun sesini duyurmaya karar verdim. Ayrılırken bana söylediği bir cümle hayatımı değiştirdi. Yüzüme hüzün dolu bakışını, “beyim biz dağ başlarında yaşayan otlar gibiyiz, tek başımıza yaşar tek başımıza ölürüz” cümlesi ile yoğunlaştırdı. Bugün bile tüylerimi diken diken yapan bu cümle beni derinden etkilemişti. Müthiş heyecanlanmıştım. Elimi omuzuna koydum ve ona dedim ki,” sana söz veriyorum, tek başına yaşayıp tek başına ölmemen için bundan sonraki ömrümü işçi sınıfına adayacağım”.

Onunla ilgili olarak yazdığım yazı Milliyet’te yayınlandı, finale kaldı. Hukuk mezunuydum ama bildiklerim yetersizdi. Tekstil sendikasının yöneticilerinin yardımı ile burs buldum ve bu konuda dünyanın en iyi üniversitesi olan Cornell Üniversitesinde 1963-65 yılları arasında yüksek lisansımı yaptım. Bir çok öneriyi geri çevirerek yurda döndüm ve 1965 yılında TEKSİF sendikasında Araşrtırma ve Eğitim Müdürü olarak çalışmaya başladım. 1973 yılına kadar başka sendikalarda da görevimi sürdürdüm. Doğu illerinde eğitimler, Kayseri, Antep ve Manisa’da grevler, Çorum’lu i.şçilere İstanbul’a kadar süren protesto yürüyüşleri düzenledik ve 1965 ten bu yana tüm ulusal gazeteler işçi sorunlarını irdeleyen yazılar yazdım. Daha sonraları TBMM de ve Üniversitelerde toplumu ve öğrencileri sosyal konularda aydınlatmaya çalıştım.Grev çadırında bir somun ekmeği grevci işçiyle bölüşmek, protesto yürüyüşünde işçilerle yanyana yürümek, grev nedeni ile hapse atılanların duruşmalarından özgürlük çığlıkları ile çıkmak, işçi evlerinde çorbayı birlikte içmek, genç işçiler için kız istemeye gitmek ve işçilerin saz ile çaldığı ezgileri dinlemek kadar insana huzur veren bir başka yaşam düşünemiyorum.

1967 yılında Cornell’den bir hocam ile Genel-İş’in üye olduğu PSI kongresinde Paris’te karşılaştığımda benim sendikalar için çalışmamdan övgüyle söz etmişti. Iki yıl sonra akciğer kanserinden öldüğünü duyduğumda dostlarını aradım ve ölümünden önce söykediği bir cümle beni çok etkiledi:” uğruna ölünecek o kadar çok şey varken sigaradan ölmeyi kabullenemiyorum”

İşçi sınıfı uğruna ölünecek ve yaşamın adanacağı en kutsal varlıktır. Ben elli yıldır bu yolda kendimle barışık bir hayat sürdüm. Umarım öğrencilerim ve sosyal konularla ilgilenen gençler de işçi sınıfı ve onların örgütleri ile yaşamlarını bütünleştirir ve hem kendilerinin, hem de bu ülkenin aydınlanmasına katkıda bulunurlar.