Yaşar Kemal’i saygıyla rahmetle anıyorum...
Yaşar Kemal 28 Şubat 2015’te vefat etti... Bu yılki anmalar için de Maltepe’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde ben “Çukurova Bayramlığın Giyerken” adlı gösteriyi yapacaktım. Suriye’den gelen şehit haberleri nedeniyle Maltepe programı ertelendi. (Şehitlerimizi rahmetle anıyorum.)
Onun için bugünkü yazımı Yaşar Kemal’e ayırıyorum. Benim fotoğraflarım, Yaşar Kemal’in kitaplarından seçilen sözlerle, ünlü Küratör Sadık Karamustafa bir sergi düzenlemiş, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bir de kitap hazırlamıştı. Kitap Yaşar Kemal’in ünlü bir metni ile başlar:
“Çukurova salt bataklıktı, büklüktü. Yalnız tepe eteklerinde el kadarcık tarlalar. Çukurova in yok cin yok o zamanlar. Göç başlardı gürül gürül Türkmen göçü. Çukurova bayramlığın giyerken. Yani soyunmuş ağaçlar soyunmuş toprak, soyunmuş dünya donanırken...”
Yaşar Kemal’le, Mardin sergisinde tanıştım, fotoğraflarımı çok beğendi, ben de onun bir portresini çekmek istedim o sergide. Portresini çekerken başlayan dostluğumuz vefat edinceye kadar sürdü. Önce beni Çukurova’ya gönderdi. Bir yıl sürekli gidip geldim. Hem kitaplarını okudum hem de o müthiş romanların yazıldığı mekanları gezdim. Sonra bu çalışma sergi oldu. İki kitap oldu. Frankfurt’ta sergiledik Sadık Karamustafa ile. Sonra Yaşar Kemal’in değerli eşi Ayşe Semiha Baban ve Songül le birlikte Paris’e gittik sergiyi orada açtık. Paris’te müthiş bir ilgi gördü Yaşar Kemal. Şaşkınlıkla izledim. Sonra çektiğim fotoğraflar dünyanın en büyük yayınevlerinden birisi olan Gallimard’ın yayımlanan “La Saga De Memed le Mince” kitabında yer aldı.
ÇUKUROVA BENİ ÇOK ETKİLEDİ
Gider gelir fotoğrafları önüne koyardım. Öyle heyecanlanırdı ki... En çok Anavarza kalesinden söz etmiştir. Bir de Hemite köyünden... Bütün Çukurova’yı gezdim. Toroslar’a çıktım Savrun suyunun gözesine gittim, bütün kalelere çıktım. Muhteşem kaleler. Bütün kaleler bir birini görüyormuş. Üretimin içinde oldum yıllar sonra Yaşar Kemal’in anlatıklarının nasıl değişime uğradığını gördüm. Anavarza kalesini ve ören yerini ben de çok sevdim. Bakın nasıl anlatır:
“Anavarza kalesi sıcaktan çatır çatır yanıyor, tütüyordu. Sararmış kekiklerin kokusu kayalara sinmiş, arada bir esen yel bir dalga, kekik kokusu getiriyordu, kavrulmuş.”
Anavarza kayalarının patlıcan rengine dönmüş rengini tepesinde dönen kartalları ve sazlıklarında yılanların sevişme sahnelerini okurken çok etkilenmiştim. Kayalar ve kale tüm haşmetiyle karşımdaydı ama kartallar yoktu. Çukurova’yı ben de çok sevdim.
O ANLATTI BEN DİNLEDİM
O kadar güzel günlerim oldu ki, zaman zaman ziyaretine giderdim. Hemen beni karşısına oturtur ve söyleşimiz başlardı. Neler anlatırdı neler... Nazım Hikmet’i, Orhan Kemal’i ve dünya yazarlarını anlatır bana ders verirdi adeta. Ziyaretine gitmekte geç kalırsam kızardı bana. O kadar güzel şey dinledim ki. Hayata dair yaşama dair o kadar çok şey öğrendim ki ondan. Öykülerimi okumuş, son öykü kitabımdaki “Kuş da Öldü” öyküsünü eşi Ayşe hanıma okutmuş dinlemiş. Sonrasında gittiğim de bana; “Roman yaz oğlum” dedi ve defalarca neleri okumamı anlattı bana. En çok üzerinde durduğu, önerdiği Don Quıjote’yi mutlaka okumamı Montaigne denemelerini masamdan eksik etmememi Binbir Gece Masallarını, daha birçok kitabı mutlaka okumamı söylerdi. Dediklerinin hepsini yaptım. Halen okuyorum. Roman da yazıyorum...
AYŞE SEMİHA BABAN ONUN ŞANSIYDI
Yaşar Ağabey’in Tilda’dan sonra ikinci eşi, Ayşe Semiha Baban onun şansıydı. Öylesine ihtimamla baktı ki ona. Yaşar Kemal’in yaşamına ve kitaplarına o kadar hakimdir ki Ayşe hanım, onun hatırlamadığı her şeyi tamamlardı. Çok donanımlı bir insandır. Vefakardır. Yaşar Kemal Vakfı’nı kurdu. Yaşar Kemal için, eserleri için adeta çırpınıyor. O bizim de kardeşimizdir. Paris’te beraberdik birkaç kez Hemite köyüne de yine birlikte gittik. Zülfü Livaneli’nin benim için söylediği gibi Ayşe Semiha Baban bize Yaşar Kemal’in yadigarıdır. Bu ülkeye Yaşar Kemal’in emanetidir. Hayranlıkla onun çabalarını izliyorum
Yaşar Kemal’i saygıyla rahmetle şükranla anıyorum.