Yatırım olmadan devletçilik olmaz
Kamuculuk yükselişte. Koronavirüs salgını gösterdi ki bütün dünyada ve bilhassa liberal ekonomilerde devletin öncü rolünün geri plana atılmasının bedeli ağır oluyor. Özel müteşebbis içerisinde kurumsal sosyal sorumluluk anlamında toplumu önceleyen faaliyetler gözlense de bunlar tekil örneklerden öteye geçemiyor. Nihayetinde bu projeler de, söz konusu şirketin kamuoyundaki marka algısını güçlendirerek, karlılığına fayda sağlamak üzere hayata geçiriliyor. Oysa devletçilik ilkesinin mimarı Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığı, "Yeni devletçilik: Güçlü sosyal devlet" başlıklı yazısında bakın ne diyor: "Bugün doğrudan bir devlet işletmeciliğinin gerekli olup olmadığı tartışılabilir. Ancak tartışılamayacak olan özel teşebbüsün de devletin her türlü yozlaşmaya rağmen taşımaktan vazgeçemediği toplumsal sorumluluğunu kazanması gerektiğidir."
O BAKLANIN ALTINDA NE VAR?
Kemal Kılıçdaroğlu'nun söz konusu makalesinde "Yeni Devletçilik" dediği esasen, neoliberal düzende azgınlaşan sermayenin öteden beri dile getirdiği: "Devlet, özel sektörle rekabet etmesin, denetleyici ve düzenleyici rol üstlensin." Aksi halde, "Bugün doğrudan bir devlet işletmeciliğinin gerekli olup olmadığı tartışılabilir" vurgusunun başka bir anlamı yoktur. Oysa 1930'ların Devletçiliği hem zaruri hem öncüdür. Özel müteşebbisin karlılık görmediği veya sermaye yetersizliği yüzünden girmediği hemen her alanda kamu yatırımlarıyla sektörler yaratıldı. Kamunun belli sektörlerde fiilen işletmeci olması aynı zamanda özel sektörün rekabeti, piyasanın toplum lehine düzenlenmesi ve gizli kartellerin oluşmasının önlenmesi anlamında da zorunluluk arz ediyor.
21. yüzyıl için kalkınma düşünülecekse, kamunun içerisinde yer almadığı öncülük etmediği bir kalkınma hayalden ibarettir. İktisatçı Prof. Dr. Bilsay Kuruç, benim de katıldığım bir doktora programı dersinde (Şubat 2017 / Marmara Üniversitesi, Nişantaşı Kampüsü) yaptığı sunumda Türk burjuvazisini, sanayiyi söz verdikleri güce eriştiremedikleri konusunda eleştirmiş, sanayinin milli gelir içindeki payının yıllar itibarıyla eridiğine işaret etmişti. 1980'lerden sonra ülkemizi de esir alan neoliberal düzen imalatın gücünü erittikçe eritti.
DEVLET ÇEKİLDİ İMALAT ERİDİ
Bugün İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan da bu konuya dikkat çeken açıklamalar yapıyor. İSO Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması 2019 sonuçlarının yer aldığı kitaptan aynen aktarıyorum: "İmalat sanayinin cari fiyatlarla GSYH içindeki payı 2019 yılında yüzde 19 olarak 2018 ile aynı kaldı. İmalat sanayinin GSYH içinde payının, Türkiye henüz sanayileşmiş ülke statüsüne ulaşmadan, yüzde 15'lere kadar gerilemiş olması endişe kaynağı olarak görülmektedir. 1998 yılında yüzde 22.3 olan pay; 2010 yılında yüzde 15.1 ile en düşük seviyeye gerilemiştir. İmalat sanayinin ekonomi içerisindeki payının artırılmasına yönelik son yıllarda uygulamaya konulan desteklerin sonuçları son yıllarda daha kuvvetli hissedilmektedir."
Şüphesiz imalatın payının azalmasında kamunun sanayileşmedeki öncü rölünün 1980 sonrası bir kenara atılması önemli rol oynadı. Bugün yaşadığımız pandemi sürecinde yüzde 50'den fazlası yabancı sermayenin kontrolünde olan bankacılık sektöründe kamu bankalarının oynadığı kritik rolü kim inkar edebilir. Şu haliyle "bugün doğrudan bir devlet işletmeciliğinin gerekli olup olmadığı" tartışması sadece kamu bankalarının sağladığı fayda anlamında bile tartışmaya açık değildir.
ÖZEL SEKTÖRDE KAMUCU DAMAR
Devletin yatırımlardaki öncü rolüne bugün özel sektör de adeta davetiye çıkarmaktadır. Hammaddede yüksek oranda ithalata bağımlı olan kimya sektörü temsilcileri öteden beri ülkede Petkim benzeri en az üç petrokimya tesisi kurulmasını istemektedirler. EGE Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, 2019 Kasım ayında gazetemize yaptığı açıklamada, "Devlet Petkim benzeri en az üç tane daha petrokimya tesisi kurmalı" diyerek bunu talebi dile getirdi. Buna karşın yüksek yatırım tutarı yüzünden özel sektörden bugüne kadar bir adım gelmedi. Ancak Türkiye Varlık Fonu devreye girerek rafineri ve petrokimya tesisi için bir yıl önce düğmeye bastı. Yine bununla birlikte devletin sağladığı özel teşvikler sayesinde bir özel müteşebbis de yine benzer bir yatırım için adım attı.
Adana Sanayi Odası Başkanı Zeki Kıvanç ile birkaç yıl önce yaptığımız sohbette bakın ne diyordu: "Devlet bizi zamanında Sümerbank ile sanayici yaptı. Bizdeki malzeme dünyanın hiçbir yerinde yok. Acilen, artık hükümet politikası mı olur, devlet politikasını olur ne olur, bilmem ama bu kromların paslanmaz çeliğe çevrilmesi lazım. Yaklaşık 1 milyar dolar paslanmaz çelik ithalatı var. Hammadde olan kromun satılmaması lazım. Krom ferro kroma, o da paslanmaz çeliğe dönüşecek. Bunu bir babayiğit yapmalı yoksa devlet yapmalı."
EĞİLMEZ: DOĞU'DA KİT'LER KURULMALI
Birçok gelişmiş sanayi ülkesinde devletin hammadde ve ara malı tedariği anlamında sahada olduğu örnekler çokça mevcut. Üstelik bunlar sadece Asya ülkeleri ile de sınırlı değil. Bugün petrolden daha değerli olan veri gündemimizde. Avrupa'nın güçlü ülkelerinin telekom şirketlerindeki kamu payı dikkat çekiyor. Çin, stratejik kamu ihalelerinde devletin ortaklığının bulunmadığı şirketlerden alım yapmıyor. Ak Parti döneminde yapılan özelleştirmelerle özel sektöre devredilen elektrik dağıtımın yarattığı mağduriyetleri en çok CHP Milletvekilleri dillendirirken, Kılıçdaroğlu'nun "bugün doğrudan bir devlet işletmeciliğinin gerekli olup olmadığını" tartışmaya açması hayret verici. Uzun yıllar kamuda görev yapmış, Türkiye'nin en ünlü iktisatçılarından Dr. Mahfi Eğilmez, Doğu ve Güneydoğu kentlerine ekonomiyi geliştirmek için Kamu İktisadi Teşebbüsü kurulması fikrini 2012 yılından (Kasım 2012, Aydınlık) beri dile getiriyor. Yani "devlet peynir üretmesin" anlayışı da hatalı. Eğer köylünün sütü elinde kalıyorsa, özel sektör gitmiyorsa, mandıra kurmak, işletmek de halkın refahı için devletin görevidir.
ATLANTİK'İN GÖRDÜĞÜNÜ O GÖRMEDİ
Neoliberal düzenin merkezi ABD'de bile salgın sürecinde devlet müdahalesi gündeme geldi. O günlerde sizlere Aydınlık sayfalarından aktardık: ABD'nin en etkili düşünce kuruluşlarından olan ve derin devlet olarak anılan Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi)'nin yayın organı olarak da bilinen Foreign Affairs'te yayınlanan "Koronavirüs depresyonu nasıl önlenir" başlıklı makalede devletin yatırım yapması gerektiği görüşü yer aldı. Matthew J. Slaughter ve Matt Rees imzalı makalede, hükümetin daha fazla test kiti üretmek, daha fazla hasta yatağı sağlamak, daha fazla solunum cihazı, önlük ve diğer ekipmanları satın almak için yatırım yapması gerektiği vurgulandı. Aşı bulunması ve geliştirilmesi için de yatırım yapılması görüşünün yer aldığı makalede, Trump'ın, Savunma Üretim Yasası kapsamında verilen gücü kullanması istendi.
Yatırımsız bir devletçilik söylemi havada kalmaya mahkumdur. Kamunun işletmeleriyle düzenleyici bir rol üstlenmediği, sadece düzenleyici ve denetleyici kurumlarıyla yer aldığı bir ekonomide devletçilikten söz edilemez.