Yavuz Turgul sinemasında bir dönemeç: Yol Ayrımı
Yeşilçam’ın melodramik yapısından uzaklaşarak kendi benliğini bulan, anlatı dokusunu var eden bir filmle bu kez karşımızda Yavuz Turgul.
“Yol Ayrımı”yla tıpkı bir Haneke, Zvyagintsev, hatta Luis Bu?uel gibi entelektüel bakışı/yorumu olan bir dil kuruyor.
Turgul, her öyküsünde bir düşünceden yola çıkan yönetmen. Yan izleklerle bu düşünceyi açımlayıp zenginleştiren bir yanı var. Özellikle de karakter/ler üzerinden giderek sinemasının söylemini güçlü kılmak isterken, ana düşünceyi belirgince öne çıkarmak kaygısı da ön planda.
Sinematografisinde gözlediğimiz, biraz da Fellini sinemasında belirginlik kazanan, oyuncu seçimi ve senaryo yazımı onun kendine özgü sinema dilini yaratmada etkindir.
Bu kez de Şener Şen’i Mahzar Kozanlı karakteriyle izleriz.
“Yol Ayırımı” konusu bakımından birçok okumalara açık bir film. İlk okuma/izlemede gözlediğimi hemen belirtirsem: Kapitalizmin ekonomi politiğinin eleştirisini yapıyor...
Filmin öyküsünü ilk izlemede sıradan bulan ya da “ağır çekim”li görenler için diyeceğim bir şey yok. Ki, bu tür eleştiriler geldi sanırım!
Oysa Turgul, belki en çok bu filmin düşünce dokusu üzerinde çalışmış bana göre. Evet, küresel kapitalizmin günümüzdeki üretim ilişkilerini nasıl etkileyip biçimlediğini; bunu üzerinden de toplumsal sınıflar arasındaki çatışmayı, bireyin sıkışıp kalmışlığını ve daha birçok şeyi getirip işlemesi açısından filmin öyküsünün katmanlı bir yapısı var.
Turgul’un tüm bunları da üretim ilişkileri, yani tekstil sektöründeki büyük bir fabrika ve bunun sahibi olan Mahzar Kozanlı ailesi ekseninde işlemesi önemlidir. Bu, küresel çağda insanın sıkışıp kalmışlığının, hatta umarsızlığının, çıkış yolu arayışının öyküsüdür.
Yüzleşme/tükeniş/uyanış/yabancılaşma ve vicdan duygusunun yaşanan o sevgisiz ilişkilerde biçimden biçime dönüşmesi...
Kuşkusuz bu izleklerin her biri günümüz dünyasında gelişmekte olan toplumlarda yaşanıp edenlerdir.
Turgul da, konusunu çok da yerelleştirmeden; hatta fazla gündemleştirmeden anlatır. Yan karakterler üzerinden dile getirdiği gerçeklik ülkenin yaşanan sorunsalları olarak belirse de, şöyle bir değinilir geçilir. Çünkü aslolan o yabancılaşma/yüzleşme ve vicdan duygusunun kahramanı sürüklediği yer/durumun anlatımıdır.
Bir yanıyla emek-sermaye çelişkisinden söz edilirken, ötede ise statükoyu korumaya çalışan (yeni burjuva) ailenin hırçınlığı/yıkıcılığı, Altan tiplemesiyle hercai bir aydın tipolojisi üzerinden günümüz aydınına dönük eleştiri... Haksız kazanç... Sosyalistçe bir adil bölüşüm... Yani çalışanlarının ortak olduğu bir tekstil fabrikası “hayali” ...
Bir kaza sonucu bütün bakışı/değerleri değişen Mahzar Kozanlı’nın bu ütopik çıkışı ve varışı bir yanıyla gerçekçi gibi gelse de, diğer yanıyla da acı acı gülümseten bir öyküdür aslında.
Yavuz Turgul da bilir ki sinema sanatı insana bir şeyleri gösterip onu uyarırken kışkırtır da... Hatta “neden olmasın,” gibisinden de sorular sordurur.
“Muhsin Bey”den “Av Mevsimi”ne uzanan çizgideki bakışını artık farklı bir yere taşıdığını söyleyebilirim Turgul’un. Yani andığım yönetmenler gibi çağının en temel sorunlarını gündeme taşırken soran/sorgulayan ve yeni bir şey söyleyen, bir derdi olan sinemacı olarak sesini yükseltmektedir Yavuz Turgul. İyimserliği elden bırakmayan yanı, insani olanı hep ön planda tutma özelliğini de koruyarak ama.
Evet, “Yol Ayrımı” nı izledikten sonra eminim ki biraz “ekonomi-politik” okuma, hatta Marx’ın bu konuda söylediklerine göz atma ve ülkemizin/dünyanın bu ağrıları nasıl yaşadığını düşünmeye de vereceksinizdir kendinizi.