04 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yazılacak çok şey var ama.... -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Bunca yıllık meslek hayatımda “yazılacak çok şeyin olduğu” ama yazılmadığı bir örtülü sansür dönemini ilk defa yaşıyorum. 28 Nisan 1960’da Tahkikat Komisyonu tarafından sorguya çekilip Ulucanlar’daki- şimdi müze- cezaevine emekli albay ve İstanbul CHP İl Başkanı Cemal Yıldırım’la birlikte kapatıldıkdan kısa bir süre sonra o günlerin ünlü yazarı Çetin Altan Milliyet’teki sütununu boş bırakmış ve sadece bir satır not düşmüştü:

“Bugün canım yazı yazmak istemiyor.”

Sonradan Milliyet’teki köşesini bırakıp Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili olan Altan’ı bu davranışından ötürü ne kadar övmüştük. Arkasından İlhami Soysal Akşam’da yazılarına ara vermişti. 28 Nisan günü ilan edilen sıkıyönetim komutanları gazeteleri didik, didik incelerler ve gazeteler kurşundan dökülmüş sakıncalı(!) o kısımları sıkı yönetimin istediği gibi kazır dururlardı.

1960’ın Nisan ayı nerede? 2013 nerede....

Bu sansürü anlamak mümkün değil.

Bir zamanlar Başbakan Demirel’in bir köylü kızı olan modern eşinin akıl almaz uydurma öyküleri yazılıyordu. Sonradan 9. Cumhurbaşkanı olan Sayın Demirel değil yazanları zindana attırmak, gazetelere bile yüklü dava bile açmıyordu.

Menderes’in karnıyarığı tahin helvasıyla karıştırıp yediğini yazdığımız için Menderes çok kızmış ve hakkımızda Başbakanı küçük düşürmekten dolayı dava açılmıştı. Toplu basın mahkemesine çıktık ve beraat ettik. Yani o günlerde Türkiye’de hakimler vardı...

Utanan yok

Özgürlüğün prangaya vurulduğu, ülkenin “rejimini korumak ve kollamakla görevli” sağlam kuvvetleri felç edilmiş, medyası giderek yandaşlaştırılmış, yargıçları özel mahkemeler kurularak özel yetkilerle donatılmış ama sayın Erdoğan’a göre “dünyanın en özgür basını bizde!” Ama o basın sadece Erdoğan’ın değil birkaç istisnasıyla Kandil’deki çetenin ikinci adamı önünde sıraya giriyor ve didik, didik aranıyor! Hiç kimse de utanmıyor, arlanmıyor.

40 bin askerimizi şehit eden teröristlerin, omzunda silahla delik deşik olmuş sınırlarımızdan ‘şanlı’ geçitler yapmasını içimize sindiriyoruz da; ülkenin aydınlarının, subaylarının, şerefli komutanlarının Hasdal’da ya Silivri’de Sincan’da tutsaklıklarını susarak izliyoruz. Tecrit hücrelerinde çilelerini dolduran kahramanlarımız terör örgütü kurmaktan suçlu ilan ediliyor.

Demirel, İP ve 1 Mayıs

Muhalefet var mı yok mu belli değil. Parlamentoda muhalefet olmayınca ve parlamento içi muhalefet işlevini kaybedince görevi sırtlayan 5 yıldır tutuklu İP Genel Başkanı Doğu Perinçek terör örgütü lideri olarak avukatsız yargılanmakta.

Oturun da bunların öyküsünü yazın. Bireysel olarak ben 27 Mayıs’ı yazdım, 12 Mart’ı yazdım DP’lilerin siyasi haklarını savundum. Sırasında Başbakan rahmetli Ecevit’i eleştirdim. Siyasi liderlerin Hamzakoy’da askerlerin esiriyken Zincirbozan’daki Demirel’le telefonda konuşma imkanını bulabildim de, şimdi dostum Periçek’le konuşma olanağım yok. Bu yaşımda içimi ezen, ruhumu karartan bir kabusu hem de hayal etmediğim bir kabusu yaşıyorum. Gözlerim fersizleşiyor, ellerim duraksıyor ve 1 Mayıs’ta bir araya gelecek kuvvetlerin yolunu gözlüyorum. Başbakan Erdoğan; 9. Cumhurbaşkanı’na, o 50 yıllık deneyimli devlet adamına ,Kızılcahamam’dan kendisine hiç yakışmayan sözleri gönderiyor. Onu Milli Merkezin hamisi ilan ediyor.

Size göre bu neyin belirtisidir? Suçluluğun telaşının, korkunun değil mi?

İyi ki İP’nin öncülüğünde Atatürk’te Birleşenler bir umut ışığı olarak yanıyor.

Siyasette vefa yoktur, ahde vefa unutulmuştur. Keşke bu dönem bir rüya olsa ve Türk Milleti hayırlısıyla uyansa. Bu 1 Mayıs, ne güzel bir bayram olurdu. Güçlü ve kararlı bir milli direnişin bayramı...