Yazlık Sinemalar
Biliyorum, içerde ve dışarda bu denli yoğun ve de üzücü olayların yaşandığı bir sırada, nostaljinin ya da diğer bir deyimle geçmişe duyulan özlemlere doğru yelken açmak, kimileri için yadırganabilir, hatta gereksiz ve yersiz bir yaklaşım olarak algılanabilir. Bir açıdan haksız da sayılmazlar. Bunun için "herşeye rağmen yaşam devam ediyor" gibi klasik cümlelerin içine sığınmaya gerek yok, ama öbür yandan da, günümüzün karabasan gibi üstümüze çöken tüm olgularını bir an olsun unutmak, unutturmak için geçmişin bizleri mutlu eden, ya da öyle sandığımız güzellikleri içinde dolaşmak hiç de fena olmaz. Nasıl olsa biz istesek de istemesek de, acı, kan, öfke dolu bu olaylar sürüp gidecek.
Evet yazlık sinemalar. Hani bir zamanlar ailecek, mahallecek gittiğimiz, yaz aylarının en ucuz ve tek eğlencesi olan o mekanların da bir gün tarih ya da nostalji olacağını kim bilebilirdi ki? Tabii ki, yalnızca bu bahçe sinemaları yaşamlarımızdan çıkmadı, teknolojinin hiç kimse tarafından yadsınmayacak gelişmeleri, onlar gibi nicelerini de alıp götürdüler. Ama her suçu da teknolojinin üstüne atmak pek doğru değil. Örneğin yine yaz aylarının belki de en sevimli dinlencelerinden biri olan İstanbul plajları ile yaz aylarına özgü günde iki film oynatan devasa salonlar da şimdilerde yok. Onlar da bir başka gelişmenin (1), bir başka umursamazlığın kurbanları oldular.
ÜÇ KUŞAK BİR ARADA
Yazlık sinemaların önemi elbette ki nostaljinin dar kalıpları içinde sınırlı kalmıyor, onun çok ötelerini ve fazlasını kapsıyor. Birincisi yazlık sinemalar, ailecek ve mahallecek gidilen sinemalardı dedik. Yani yalnızca bir ailenin değil aynı zamanda mahallenin de, ortak paydalarda buluştuğu, katılımını sağladığı sosyal mekanlardı. Şimdilerde yalnızca düğün ya da cenazelerde bir araya gelen bu grupların, haftada en az iki kez yazlık sinemaların mekanlarında bir araya gelmeleri, yalnızca eğlenmeye gereksinim duyduklarından değil, onun da ötesinde, bu günlerde en çok gereksinimini duyumsadığımız, bir arada bulunma, yan yana olma, kaynaşma ve bütünleşme gibi insani olgularını da karşıladığından önemliydi. Çünkü o dönemlerde yazlık sinemalara yalnızca film izlenmek için gidilmezdi. Bu tür sinemalara gitmek de, gecenin oldukça ilerlemiş bir vaktinde dönmek de sanki gündelik yaşamının bir ritüeliydi.
Yenilen bir akşam yemeğinin rehaveti, yazlık simalara giden bir yolda spora dönüştüğü gibi, yolun uzunluğunu azaltan gündelik dedikodular da mahallede ne olup bittiğini çağrıştırırdı. Ya dönüşler... Dönüşlerde konuşulan tek şey ise, yalnızca izlenen filmlerin yorumları olurdu. Herkes kendi beğeni ve sinema birikimini ortaya koyarak izlediklerini birbirlerine anlatmaktan sayısız keyif alır, bu gün TV kanallarında izlediğimiz tartışmalardan daha düzeyli ve yararlı tartışmalar yapardı.
Yazlık sinemaların bir önemi de seyirci profilinden gelirdi. Gelin, damat, dede, torun, baba, oğul, bir arada, yan yana film izlerdi. Yani yazlık sinemalar, bir değil, iki değil üç kuşağı bir araya getiren ama hepsinin beklentilerine ve beğenilerine yanıt veren mekânlardı.
Ama yazlık sinemaların en önemli yanı ise, yalnızca birer sinema bahçesi değil, bulundukları mahalle ya da semtin birer kültür merkezi olma özelliğinden gelirdi. Gezici tiyatrolar buralara uğrar, dönemin popüler sanatçılarının katıldığı konserler yapılır, siyasi parti toplantılarıyla, sünnet düğünleri de bu tür bahçe sinemalarının yer verdiği etkinlikler arasında yer alırdı. Yani tümü bir sanat merkezinin işlevini, üç kuşağa birden seslenecek bir biçimde yerine getirirlerdi.
Yazlık sinemaların bu özellikleriyle anımsatılmasına, ister nostalji, ister geçmişe duyulan özlem, isterseniz de mahalle ölçeğine indirgenmiş, üç kuşağa birden hizmet eden birer sanat merkezi deyin. Hepsi kabulümdür.